14 Ekim 2015 Çarşamba

İnsan İnsanın Kurdu Mudur?


"Anne, anne” diye bağırarak uyandı çocuk uykusundan, kötü bir rüya görmüştü. Koştu annesi yanına, “yok bir şey, geçti “ dedi kulağına usulca. “Sen ölmeyeceksin değil mi anne?” dedi çocuk annesine “hiç ölmeyeceksin değil mi anne?”. Hiç düşünmeden “hayır” dedi annesi “hiç ölmeyeceğim tabii ki, hep seninle olacağım”. “Ama öldün işte rüyamda ve çok gerçekti anne öldün...Bombalar patladı, evimiz yandı ve sen orada kaldın anne, sen öldün”. “Rüya” dedi anne, “sadece rüyaydı, bak ben yanındayım şimdi öyle değil mi? Hayattayım, ölmedim, ölmeyeceğim...” Sarıldılar birbirlerine, öyle uykuya daldı çocuk annesinin kollarında.

Hepimiz görmüşüzdür böyle rüyalar çocukken. Sevdiklerimizin öldüğü kabuslar gecelerimizi bölmüştür çirkin gölgeleriyle. Sıcacık ana kucağı veya baba kokusuyla atlatmışızdır o anlık korkularımızı. Oysa ülkemde her gün bir kabus yaşanıyor. Kayıpların ardı arkası kesilmiyor, sürekli ölüme uyanıyor çocuklar. Kabus gibi ama gerçek. Yüzyıllardır insanlığın tuzağına düştüğü güç kavgası yine başka senaryolarla oynanıyor. İnsanlar birbirinden kopuyor her geçen gün, daha çok ayrışıyor, kutuplaşıyor. Hiç ummadığın insanlardan savaş nidaları, öc naraları duyuluyor.  “Kana kan, dişe diş olsun",  "bizden gitti hep, biraz da onlardan gitsin", "onların ölümüne üzülmüştün ama bak bunların ölümüne üzülmedin, sen kimlerdensin?“. Arkadaş toplantılarında, sosyal medya yazışmalarında her türlü platformda bu tür söylemler yükseliyor.
 
İnsanları ayrıştırma politikası hiç ara vermeden sürdürülürken, her gün masum insanlar ölürken sakin kalabilmek ve sağlıklı düşünebilmek çok zor. Zaten gelinmek istenen nokta da  bu. İnsanların psikolojisini bozup, sağlıklı düşünmelerine engel olarak, düne kadar çok sevdiği komşusu, dilinden düşürmediği iş arkadaşı, kahkalarla gülmekten anamadığı askerlik arkadaşı, sürekli zaman geçirdiği çocuğunun en sevdiği arkadaşının ailesine dini inancı, siyasi görüşü ve etnik kimliğinden dolayı düşman olup bir kaşık suda boğma isteği yaratmak. Kısacası insanları birbirine düşürmek, toplumda kaos yaratmak ve günümüz şartlarında -belki de- ülkede yaklaşan  seçimin gerçekleşmesine engel olmak.
Nedenler farklı olabilir, elde edilmek istenenler de. Ancak ülke ve dünya tarihimiz farklı konjonktürlerde ama benzer şekilde insanların komşularının, dostlarının evlerini, köylerini yağmalayıp onları katletmelerine kadar varan bir sürü utanç hikayesine gebe. Maalesef tarihten ders alınmıyor. İnsanoğlu bilimde yaratıcılıkta ne kadar ilerlemiş olursa olsun insanlıkta hala yerinde sayıyor.
Yaşadığımız coğrafyada tek dil, tek din ve tek etnik kimliğe sahip olmak mümkün değil; bu nedenle sağımızda solumuzda kavgalar savaşlar dinmiyor. Komşu ülkelerde barış, huzur yokken din, dil, ırk, etnik çeşitliliğiyle kimlik bulan ülkemizde de sorunlar hiç bitmiyor. Çatışmalar, mücadeleler, savaşlar bu coğrafyanın ayrılmaz bir parçası sanki. Sonuç olarak insanlar birbirini yiyor. 
"İnsan insanın kurdudur" (homo-homini-lupus) demiş 17’nci yüzyılın ünlü felsecilerinden Thomas Hobbes.  Tarih boyunca süregelen insan savaşını iyi özetliyor bu deyim. İspanyol donanmasının saldırısı sırasında prematüre olarak doğan Hobbes “annem ikiz doğurdu; biri ben bir diğeri de korku” diyerek savaş ortamında doğmuş bir çocuk ve İngiliz iç savaşını yaşamış bir siyaset bilimcisi ve filozof olarak bu sözü ‘doğa durumu‘nda insanın çatışma halinde bulunacağı, bu ‘ilkel durum‘dan kurtulmak için ise ‘toplumsal sözleşme‘yle bazı hakların devlete teslim edilmesi gerektiğini savunduğu felsefesi kapsamında sarf etmişti. T.Hobbes'un "doğa insanı" sosyal varlık değildir. Ona göre 'insan insanın kurdudur', sürekli birbirini kemirir, yok etmeye çalışır... Hobbes insanın uzlaşma sonucu kendi gücünü mutlak bir güç olan devlete verilmesini savunur - o ayrı. Ancak söz konusu felsefe 17. yüzyıl yaşanmışlıkları doğrultusunda üretilmiştir; o günün şartlarında ikna edici gerekçeleri mutlaka vardır. Asıl şaşırtıcı olan ise bu söylemin günümüz şartlarında hala geçerli olmasıdır.
Oysa insan insanın kurdu olmamalıdır. Düşüncelerimiz farklı olabilir, geçmişimiz, dinimiz de öyle ama her birimiz insanız. Birimiz bir diğerimizden daha üstün değiliz. Hepimiz haklarının,  sorumluluklarının ve özgürlüklerinin farkında olan, kendi adına kararlar verip sorumluluğunu alabilen, kendisiyle ve çevresiyle barışık, tutarlı bireyler olmalıyız. Birey olarak toplum içinde bu hak ve ödevlerin herkes için geçerli olduğunun bilinci ile hareket etmeli ve bu haklara saygılı olmalıyız. Birlikte yaşamak ve paylaşmak zorundayız. Dahası farklılıklarımızı zenginliğimiz olarak görüp bundan beslenmeliyiz. Farklı olanı ötekileştirmeden, kültür mozaiğimizin farklı bir rengi  olarak kabullenerek, baskı yapmadan, sömürmeden birlikte yaşamak zorundayız.

  
Şiddete başvurmadan, kan dökmeden, konuşarak, dinleyerek eşit, özgür, mutlu, insanca, hep birlikte yaşamak mümkün.  Evet mümkün. Bunu başarıyla yapan medeniyetler var ve ben bunlardan birinde yaşıyorum.

"İnsan insanın kurdu" olmamalıdır; dostu, arkadaşı, rehberi olmalıdır. Birbirimizi aydınlatarak, birbirimizin kör noktalarını çözmeye çabalayarak yürümeliyiz bu insanlık yolunda, düşman olarak değil. Bu zor günler de geçecek biliyorum. Barış kazanacak. Hepimizin ortak istek ve iradesiyle neden kazanmasın ki?
Çocuklarımızın korkulu rüyası olmayalım, onları kabuslara değil, barış dolu güzel günlere uyandıralım.

Sevgi ve barış dolu günler diliyorum...

Kaynak


8 Ekim 2015 Perşembe

Vay At Kestanesi Vay!





İngiltere'ye geldiğimizden bu yana büyüklükleriyle göz kamaştıran, baharda beyaz veya pembe çiçekleriyle boy gösteren, sonbaharda ise yeşil dikenli meyvelerini döken ve içlerinden çıkan  kestaneleriyle çocukları çılgına çeviren at kestanesi ağaçları hep ilgimi çeker.














Dalya ayaklandığından bu yana her sene sonbaharda kestaneleri yerde görür görmez toplar durur. Bu sene yine okulunun bahçesindeki o görkemli kestane ağacı kestanelerini yere döktü. Okul çıkışında çocukları almaya gittiğimizde gördüğümüz manzara inanılmaz! Okuldan fırlayan her çocuk, anne baba veya bakıcısına değil de yerlere dökülen kestaneleri almak üzere ağacın altına yöneliyor ve diğer çocuklardan geriye bir şey kalmaz korkusuyla bulduklarını ceplerine doldurup duruyor. İşte bu çocuklardan biri de benim kızım.

Ne yapsam ben torba torba at kestanesiyle diye düşünüp dururken bir arkadaşım "dolapların içine koy güveleri uzak tutarmış" diyince bir bakıyım dedim neymiş bu at kestanelerinin marifeti. Baktım ve de gördüm ki göz alıcı güzellikleriyle dekoratif anlamda kullanılabilmelerinin yanı sıra bir sürü faydası da varmış at kestanelerinin. Gelin hep berlikte bir bakalım isterseniz nelermiş bunlar.
 
 
 
  • At kestaneleri örümceklerin nefret ettiği kimyasal bir koku yayarmış ve bu onları uzak tutarmış. Evinizde örümceklerin özellikle sevdiği köşeler varsa oralara bir kase içine birkaç tane at kestanesi koyarsanız onları komşu kapılara yönlendirebilirsiniz. Aynı şekilde güveleri de uzak tutarmış at kestaneleri. Giyisi dolaplarının içine bir iki tane koyarak kokusuz zararsız bir şekilde güvelerden de kurtulabilirsiniz.

Bu gibi faydaların dışında at kestaneleri ile çocuklarla yapılabilecek bir dizi keyifli aktivite var:
  • Bilimsel bir deney yapabilirsiniz mesela. At kestanelerini yanan ateşe atarsanız patlarlar ama delerseniz ısıya geçiş yolu açtığınızdan patlamayı engellemiş olursunuz.
  • Boyayıp, üzerine sim döküp, belki de ortadan delip dekoratif amaçlı kullanabilirsiniz. Noel ağacı süsü yapılabilir mesela. Ayrıca at kestanesi taşımanın uğur getirdiğine inanılırmış. Yine ortasından delip, ip geçirerek  kolye veya bilezik şeklinde hoş bir hediye yapılabilir. Özellikle kız çocukları olanlar bilir bunun ne kadar mutlu edici bir hediye olabileceğini.    
  • Araştırmam esnasında Krokotak ve  artsyants  adlı iki bloğa denk geldim. At kestanesi ile yapılabilecek  muhteşem fikirler var buralarda. Bir bakın derim.





  • Evde dekoratif amaçlı kullanılabilir. Cam bir kovanoza koyarak cam kenarı veya masa üstünde kullanilarak veya çeşitli şekillerde yapıştırıp hoş bir sonbahar havası yaratılabilir. 






     






Kestane Ağacıyla İlgli İlginç Gerçekler
 
Araştırmalarım esnasında at kestanesi ağacıyla ilgili bir iki ilginç bilgiye rastladım, onları da sizinle paylaşayım.
  • At kestanesi ağacı Britanya adasına ilk olarak 16. yüzyılda Turkiye'den getirilmiş ve yaygın olarak yetiştirilmeye başlanmış.  
  • At kestanesi ağacının yaprakları düştüğünde sapları ağaç dalların üstünde ters dönmüş tırnak boşlukları olan at nalına benzer bir iz bırakırmış. Belki bu nedenle söz konusu ağaç bu isimle  adlandırılmıştır -kim bilir?  
 
Öyle görünüyor ki önümüzdeki sonbahar günleri içinde at kestanesi olan bol el işiyle geçecek.
 
Hayatımızın içinde bize sıradan gelen ancak öyle ilginç ve de özellikli şeyler var ki, işte at kestanesi de bunlardan biri. Her geçen gün çocuklarımdan yeni bir şey daha öğreniyorum; kimin neyi kime öğrettiği belli değil. Teşekkürler Dalyacığım...  Keyifli, sonbahar günleri diliyorum...
 
 
 
 
Kaynak