24 Mart 2014 Pazartesi

Kardeşler Arasındaki İdeal Yaş Aralığı Nedir?


İlk çocuğumu 7 yıl önce dünyaya getirdim. Hiçbir zaman tek çocuklu olmayı düşünmemiştim. Ama ilk çocukta yaşadığımız sıkıntılar ve hayatımızda olan değişikliklerin getirdiği zorluklar ikinci bir çocuğu neredeyse imkansız kıldı. Kızımın 4 yaşına gelmesiyle birlikte göreceli olarak rahatlayan yaşamımız arada bu düşüncemizde gelgitler yaşattıysa da tekrar çocuk öncesi günlere -biraz da olsa- dönebilmiş olmak, yeniden çocuk sahibi olma konusunda ayağımızı geri geri götürüyordu. Kardeş isteyen kızımız bile bırakmıştı artık bu isteğini, köpekte karar kılmıştı!  Ancak bu durum, yani onun tek çocuk fikrine alışması ve böyle daha mutlu olduğunu ifade etmeye başlaması bende bir uyarı etkisi yarattı.

2013 yazı itibariyle aldı beni bir düşünce. Yaşım ilerliyordu, kızımın yaşı da öyle. Biz bu konuda netleşmedikçe iki kardeş arasındaki yaş farkı her geçen gün daha da artıyordu. Artık çok geçti bunu düşünmek için ama üst üste çocuk sahibi olmuş olsam daha mı iyi olurdu? Ama yok, bizim durumda öyle bir ihtimal düşünülemezdi. Kesin ben ruh sağlığımı yitirirdim. Hem o zaman çocuğa ne faydam olurdu ki? Şimdi olursa da yaş farkı fazla olurdu. “Çok mu sorun olur?” derken bir baktık ki ikinci bebek geliyor. “Bizle kalır mı gider mi?“ derken hamileliğin sonlarına doğru ilerliyorum şimdi. Hala var kafamda bir sürü soru ama iki çocuk arasındaki ideal yaş konusunda okuduklarım beni bir parça rahatlattı.

Bunları sizinle de paylaşmak isterim:

Çocuklar Arasında İdeal Yaş Aralığı Var mı?

Bu konuda kesin birşey söylemek zor. New England Journal of Medicine tarafından yayınlanan bir çalışma bir doğumdan sonra tekrar gebelik için annelerin 18-23 ay beklemesini öneriyor. Amerika’daki kardeşler arasındaki ortalama yaş farkına bakılırsa – ki bu 2.5 yaş- ortalama ebeveynin bu tavsiyeyi dikkate aldığı görünüyor. Fakat şunu bilmek gerek ki, söz konusu çalışma erken doğum, düşük kilolu bebek doğumu riskini azaltmak ve dünyaya sağlıklı bir bebek getirmek için ideal  bekleme süresini veriyor yoksa kardeşler için ideal yaş aralığı açısından bir değerlendirme değil.

Benim gördüğüm kadarıyla çocuklar arasında az  ve çok yaş farkı olması durumunda farklı artılar ve eksiler yaşanıyor. Bunlara bir  göz atarsak:

Çocuklar Arasındaki Yaş Farkının Az Olmasının Artıları

Çocuklar beraber büyür, birlikte oynar, hayat boyu birbirlerinin arkadaşı olurlar. Yaşları çok yakın olduğu için, oyuncakları, kıyafetleri paylaşırlar, okulları ve aktiviteleri aynıdır, çoğu zaman arkadaşları da öyle.  Bu durum anne baba için daha kolaydır.

İki çocuğu aynı aynı anda büyütmenin aileyi birleştirici bir etkisi vardır. “İki küçük çocuğu büyütürken yaşanan zorluklar babaları daha çok işin içine çeker” der Sybil Hart, Preventing Sibling Rivalry’nın (Kardeş Rekabetini Engellemek) yazarı. “İşler o kadar fazladır ki en yabancı ve isteksiz baba bile işin içine girmek zorunda kalır”.

Yaş aralığı 2’den küçük ise büyük çocuğunun yerinin alınması, kendi alanı veya sahiplenme gibi duyguları tam olarak anlamadığı için gelen bebeğe tepki duyma ihtimali daha azdır. Henüz kesintisiz bir anne baba ilgisine maruz kalmadğı için anne-baba tarafından daha çok tercih edilme gibi bir beklentisi de yoktur. Bu gibi artılar ergenliğe kadar devam eder.

Çocuklar arasında az yaş farkı olması ebeveynlerin kariyer ve çocuk bakımı kararlarına da yardımcı olur. Çoğu zaman iki çocuk için ayrı ayrı yuva parası ödemek yerine, ikisi için bir bakıcı tutmak daha hesaplı olur.

Ebeveynler aynı anda iki çocuğun bebeklik sıkıntlarını geride bırakırlar.

Çocuklar Arasındaki Yaş Farkının Az Olmasının Eksileri

Ebeveynler için ilk yıllar çılgın bir tempoda geçer. Uykusuz geceler, bebek bezleri, emzirme, püreli yemekler ve çamaşır feci yorucudur.

Aynı anda benzer ihtiyaçları olan çocuklara yetişmeye çalışmak çok zordur. İlk bebeğin uyku düzeni daha oturmamışken yeni bir bebek dünyaya gelir.Yeni doğmuş bebeğin zorluklarının yanı sıra, 2 yaş çocuğunun tantrumları ile baş etmek zorunda kalınır.  Biri tuvalet eğitimi alırken bir diğeri için gece gündüz emzirme ve uykusuz kalma durumları anne için tüketicidir.

Üst üste çocuk sahibi olunca ebeveynlerin çocuklara ayrı ayrı zaman ayırma imkanı olmaz. Sürekli her ikisine de yetişmeye çalışırlar.

Dışarı çıkarken her iki çocuk için de hazırlık yapmak gerekir. Birisi için bebek bezi alırken diğeri için tuvalet eğitimi için gerekli olan ekstra kıyafetler hazırlanmalıdır.

Yine iki yaş aralığı çocuğun bağlanma ihtiyacının en fazla olduğu dönemdir. Çalışmalar bu dönemde hiçbir çocuğun anne-çocuk arasındaki bağı yaratmak için yeterli oranda anne ilgisini alamadığını göstermektedir. (Kauai Longitudinal Study).

5 yaş gibi çocuk kendine yeten bir hale gelir ve bu diğer çocuğa daha fazla zaman ayırmak zorunda olan annenin yaşamını kolaylaştırır. Büyük çocuk okuldayken bebekle geçirilecek bir sürü zaman vardır.

Yaşca yakın olmak rekabeti artırır. Küçük çocuk okulda akademik olarak hep büyüğün gölgesinde kaldığını hisseder.

Yaşları yakın iki çocuğu aynı anda büyütürken ekstra masraflar çıkar: ikinci bir karyola, ikinci bir araba koltuğu, ikili bir bebek arabası gibi.

İki yaş farklı çocuklarda kardeş kıskançlığı  yoğun yaşanır.  2 yaş civarı çocuklar çok kendilerine dönüktürler ve çevrelerini kontrol edememeleri kıskançlığa yol açar.

Eğer kardeşler arasında 2 yaş gibi bir fark varsa, çocuklar kendileri ve aileleri hakkında daha fazla olumsuz düşünme eğilimdedirler . Çocuklar bu yaş döneminde ailelerini paylaşmaya hazır olmadıklarından yeni kardeşe karşı bir kızgınlık beslerler ve bu da onların kendilerine saygısını azaltır. Eğer yaş aralığı 1’den az veya 4’den çok olursa bu olumsuzluk yok olur.

İki çocuğu aynı anda okul ve aktivite masrafları aileyi zorlayabilir.

İki yaş civarındaki bir çocuk hamilelik sıkıntılarınızı anlamaz; sürekli koşmak, tırmanmak ister ve bu durum sürekli gözetim gerektirir.

Çocuklar Arasındaki Yaş Farkının Fazla Olmasının Artıları

4 yaştan fazla yaş aralığı büyük çocuğun kendine saygısı için oldukça iyidir. Annenin babanın ilgisini senelerdir aldığı için daha güvenli ve bağımsızdır.

Büyük çocuk anne baba ile bağ kurmak için yeterince zaman geçirdiği için artık yol gösterici rolünü oynamaya hazırdır. Bebeği rakip olarak görmez, daha çok sevmek ve eğlenmek için var olduğunu düşünür.  Bebekle anneyi paylaşan değil, anneyle bebeği paylaşan kişidir.

Çocuklarda fiziksel saldırı 2-4 yaş arasında daha yoğun olur ve sonra azalır .O nedenle yaş farkı 4’den fazla ise büyük kardeş yeni gelene nazik olur.

Büyük çocuk sabır, paylaşım, şefkat ve işbirliği konularında yetenek geliştirir.

Annede ve babada yıllardır ebeveyn olmanın güveni vardır. Daha rahat olunur bu sefer ve küçük şeyler o kadar dert edilmez.

Aileler çocuklarından daha fazla keyif alırlar çünkü her birine yeterince zaman ayırabildikleri için sürekli baskı altında değillerdir.

Çiftler daha sağlam ve kalıcı ilişki kurarlar.

Ebeveynlik süresi uzar, çocuksuz yuva günleri biraz daha ertelenmiş olur.

Çocuklar Arasındaki Yaş Farkının Fazla Olmasının Eksileri

Küçük büyüğe rahat vermez, odasını dağıtır.

Büyük abla veya abi olmaktan bıkar.

Bambaşka ilgi alanları ve aktiviteleri olan çocukların ihtiyaçlarını karşılamak ebeveynler için zor olur. Bir tanesi legodan kale yaparken diğeri onu yemeğe çalışabilir. Aynı arkadaşı ve hobiyi paylaşmazlar.

Bazı annelere kendine yeten bir çocuktan sonra tekrar bebeğe bakmak zor gelir.

Arada 4 yıldan fazla yaş farkı olduğu durumlarda: 

Bebek bakımı tavsiyeleri sürekli değişim halinde olduğundan (Ek gıdaya başlama, aşı takvimi gibi bilgiler 2-3 yılda bir değişir) bu konuda tekrar tüm bilgileri yenilemek gerekir.

Enerjik, yürümeye yeni başlamış, bir çocuğun enerjisine yetişmeye çalışmak ve uykusuzlukla mücadele  kolay değildir.

Birisi sosyalleşip partilere, konserlere giderken küçük olan diğer çocuğu da beraberinde taşımak ebeveynlere zor gelir.

Dışarıda geçirilen zamanlarda her çocuğun ihtiyacı farklıdır. Aynı anda her ikisini de tatmin etmek mümkün değildir. Çiftler çocukları memnun etmek adına tam ters yönlere çekilmiş olarak bulur kendini.

Kardeşler hep farklı okullara giderler. Bu aileler için lojistik zorluk yaratabilir.

Aradaki yaş farkı çok olursa (10 yıldan fazla), her iki çocuk da tek çocuk gibi büyüdüğünden aralarındaki paylaşım az olur. Çocuklar arasında kardeşlik duyguları gelişmez. Büyük adeta bebek bakıcısı görevi görür.

Yukarıda sayılan artılar ve eksiler araştırmalar ve tecrübelere dayanarak oluşturulmuştur. Ancak şunu unutmamak gerekir ki her çocuk farklıdır ve her aile ortamı da öyle. Dolayısıyla artıların da eksilerin de seviyesi çocuktan çocuğa, aileden aileye değişir. Ayrıca çocukların arasındaki yaş farkı ayarlama konusunda tabiat ana her zaman planlarla paralel ilerlemez. O nedenle pek çok başka konuda olduğu gibi ebeveynlikte de esnek olmak ve aileye yeni katılan her çocuğu sevgiyle karşılamak çok önemlidir.



Kaynak:

http://www.babyzone.com/getting-pregnant/family-planning/child-spacing-family-planning_67476
http://www.thealphaparent.com/2012/07/what-no-one-tells-you-about-child.html
http://theattachedfamily.com/?p=1216
http://www.parenting.com/article/ready-for-another-child?page=0,3
http://www.babble.com/toddler/20-reasons-im-glad-my-kids-are-6-years-apart/absolute-adoration/



Not Bu yazı Alternatif Anne’de 24.03.2014 tarihinde yayınlanmıştır. http://alternatifanne.com/kardesler-arasindaki-ideal-yas-araligi-nedir/

17 Mart 2014 Pazartesi

Annenin Bale Sevdası Kızına Geçer mi?



Çocukken zayıf ve narin bir kızdım. Kendi dünyasında, ara ara hülyalara dalan, kendiyle zaman geçirmeyi seven kişiliğim ve ince fiziğim, müzik ve dansın birleştiği baleyle kesişmişti bir şekilde ve ben baleyi çok sever olmuştum.  Müzik eşliğindeki o sessiz, zarif dünya öyle hoşuma giderdi ki, iki ağabeyimden fırsat bulup da evde yalnız kalabildiğim anlarda kendimi –kendimce- bale yapar bulurdum. Kapanan sahne perdelerinin tekrar açılmasıyla sopa gibi bacaklarıyla hızlı hızlı sahneye koşarak seyircinin verdiği çiçekleri alan bir balerin görüntüsünü hayal ederdim çoğu zaman. Ailem de fakındaydı benim bu ilgimin ama o dönem yaşadığımız şehirde bale okulu olmadığı için maalesef bu istegi eyleme dönüştürememiştik. Üniversite yıllarında müzik ilgim şarkı söylemeye kaydı: soprano oldum. Fiziki esnekliğim de yogaya yönlendirdi beni. Sonra da bale izlemekten keyif alan bir izleyiciye dönüştüm.

Kızım dünyaya gelip de biraz büyüyüp kendi doğası ortaya çıkınca, benden çok farklı olduğunu anlamam zor olmadı. Benden çok daha hareketli, enerjik ve aktif bir doğası var onun. Artık 7 yaşında olmasına rağmen hala bir saniye bile yerinde duramayan bir halde sürekli oradan oraya hopluyor. Yürümeye başladığı andan itibaren hep koşan, 2.5 yaşında gündüz uykularını ve bebek arabasını bırakanan bir hareketlilik, siz düşünün artık...

Durum bu olunca biz de onu bu enerjisini yönlendirebileceğimiz bir iki aktiviteye başlatmak istedik küçük yaşta. Çocukken çok ilgimi çeken ve benim doğama hayli uygun olan bale bunlardan biri olamazdı; çünkü yavaş seyri sürekli hoplamak zıplamak isteyen kızımın doğasına çok tersti. O nedenle bu konuda herhangi bir yönlendirme yapmadım ona. Ancak yuvada bale dersleri olunca Dalya da diğer arkadaşları ile birlikte bale yapmak istedi. Böylelikle Dalya’nın bale serüveni başladı. 3 yaşında yuvada başlayan bale 3.5 yaşından sonra bale okulunda devam etti. Dönem dönem sıkıldı, dönem dönem sevdi ama bir şekilde devam etti.

Dün de Royal Academy of Dance’da (Kraliyet Dans Akademisi) ilk bale sınavına girdi. Royal Academy of Dance (RAD) dünyadaki en etkili dans organizasyonlarından biri. RAD sınavları dünya çapındaki klasik bale standartlarını belirlemenin yanı sıra dans eğitimi ve dansta “Sürekli Mesleki Gelişim”de dünya lideri. 1920’de dans eğitiminde standartları belirlemek için kurulan RAD, şu an 36 ofis ve 14,000 üye ile 79 ülkede faaliyet gösteriyor ve 250.000’i aşkın öğrenci onun ders programı üzerinden sınava tabi tutuluyor.


Durum bu olunca ve isminde “Kraliyet” sözcüğü yer alınca insan haliyle gözünde büyütüyor bu kurumu. Ama pek tabii ki çocukların gözünde bu daha çok fiziki anlamda oluyor. Nitekim heyecanla sınava gittiğimiz RAD binasını görünce Dalya “aaa bu kadar küçük müymüş” diye sordu bana. “Koskoca” RAD’ın minicik giyinme odasında tıkış tepiş giyinirken, gözler acıdan ağlamaklı bir şekilde sıkıca yapılan bale topuzları, pembe kurdeleler ve kostümler ile yine bir anda havaya girmişlerdi kızlar. Degas’nın tablolarındaki balerin görüntüleri her köşedeydi adeta. Yaşadıkları şeyin özelliğinin farkında olmayan minik güzellikler bir çırpıda girip çıktılar sınavdan. Heyecandan eser yoktu; varsa yoksa hoplamak, zıplamaktı. Biz anne ve babalar da koşuşturmadan yorgun ama bu güzel deneyimden memnun onları izlemekle meşguldük.

Bale sevmeden yapılacak bir şey değil. Çünkü yaş küçükken oyunla başlıyor ama ilerledikçe disiplin seviyesi artıyor. Doğru teknikle dans etmenin yanı sıra sürekli pratik yapmak ve zerafet tonunu da katmak gerekiyor. O nedenle Dalya ileride baleye devam eder mi? Bilmiyorum. Çok da önemli değil. Benim için şu ana kadar baleden aldığı müzik ve dans ahenki, duruş tekniği bile yeterli; ömrü boyunca onu taşıyacağına eminim. Gerçekten sevdiği bir hobiyi devam ettirmesini isterim ama baleyi gerçekten seviyor mu? Emin değilim. Geçenlerde çok severek yaptığı cimnastikle baleyi mukayese etmesini istedim ondan. O da “anne ben cimnastikte koşup hoplamayı seviyorum, ama balede böyle yavaş yavaş dans etmek gerekiyor ya işte onu sevmiyorum” dedi. 

Kendisini bu kadar tanıyıp bilmesi çok hoşuma gitti. Ben de farkındayım bunların. Annesinin bale sevdasının ona geçtiğini düşünmüyorum; ama pembe kurdeleli, topuzlu, süslü kostümler dünyasından kendi isteğiyle ne zaman ayrılmak isterse o zaman bunu yapsın istiyorum. İlgisi ve yeteneği doğrultusunda her türlü seçimini desteklemeye hazırım; ancak buna kendisi karar vermeli... Sevgilerimle...

12 Mart 2014 Çarşamba

“Her ölüm erken ölümdür” ama bazıları çok erken...


"Her ölüm erken ölümdür" der Cemal Süreyya Üstü Kalsın” adlı şiirinde. Doğrudur; isterse 100 küsür yaşında olsun ölen kişi sevenleri daha çok yaşasın ister, üzülür. Ama bazı ölümler gerçekten çok erkendir ... 


Aylardır yaşam mücadelesi veren ve dün hayata veda eden Berkin Elvan hepimizin yüreğini dağladı. Öylesine masum bir yaşta kaybetti ki yaşamını ve de ölüme doğru öylesine masum bir nedenle çıkmıştı ki evinden, söylenecek bir kelime dahi kalmıyor. Tarih boyunca gerek Anadolu’da gerekse başka coğrafyalarda milyarlarca kere olan, saçma sapan bir nedenden patlayan, bir savaş (evet bir savaş...) rüzgarının esintisi değmişti tenine işte. Dondu yaşamı 269 gün boyunca. Dayanamadı artık mücadeleye minik bedeni, uçmak istedi özgürce ve dün gitti Berkin Elvan... Hepimizin boğazında bir düğüm bırakarak...

1940’da Hollanda’nın Almanya tarafından işgal edilmesi sonrasında, Nazi konsantrasyon kampında hayatını kaybeden, öldüğü zaman 16 yaşında olan Anne Frank “Anne Frank’in Hatıra Defteri” adlı günlüğünde şöyle der: “öldükten sonra bile yaşamaya devam etmek isterim”. Berkin’in böyle bir isteği var mıydı bilmem ama o da yaşamaya devam edecek kesin. O da bu anlamsız savaşta daha önce yaşamlarını yitiren ve birer sembol haline gelenlerin en genci olarak hep yaşayacak, fiziki olarak olmasa da.


Hepimiz üzgünüz, kolumuz kanadımız kırık bugün ama şu bir gerçek ki ateş düştüğü yeri yakıyor. Ailesinin acısı hiçbir şekilde dinmeyecek, Berkin’in yeri hiç dolmayacak, söylenecek tek bir kelime dahi yok... Ama acıyı hafifletmenin yolları var: geri adım atmam ilkesini bırakmak, bir özürü Berkin’in ailesinden esirgememek, insanların yasını doyasıya yaşamasına izin vermek, yeni komalar, ölümler olmasına ortam yaratmamak, Berkin'in katilini bulmak ve adalete  (hangi adalet diye sorduğunuzu duyar gibiyim) teslim etmek. Çok mu zor? Anlaşılan birileri için hala çok zor...

Tüm bunlar olurken bizler de yerimizden twitter, facebook ve TV kanalları aracılığyla olanları izlemekten daha fazlasını yapıyor olmalıyız. Daha çok düşünmeliyiz. Başka ateşler yanmasın, başka acılar yaşanmasın diye ne yapılmalı? Bunları düşünme zamanı değil mi sizce? İnsanların yaşama hakkına, çocuk haklarına, kadın haklarına kısaca tüm insan haklarına saygılı bir yönetimi hak etmiyor muyuz? Hepimiz bu konuda aynı düşünceyi paylaşıyoruz eminim. Ancak sadece istemek yeterli değil, çünkü bu işler kendiliğinden olmuyor. İnsan olan, insana insan olduğu için değer veren bir anlayışla vatandaşlık haklarının farkında olan insanların oluşturduğu toplumun bilinçli adımları ile hayal ettiğimiz yönetime kavuşabilmek mümkün. Sürekli arkasından yürüyeceğimiz bir lider arayarak veya geçmişteki liderlerin hayallerine tutunarak değil. Son dönemde olanlar çok çirkin ve bu çirkinliğe her gün bir diğeri ekleniyor. İşin garibi bu çirkinlikler hep vardı ama bu kadar gözler önünde değildi. Bu sefer herşey iyice ayyuka çıktı sadece. Ben herşeye rağmen yine de bu son çirkinliklerin ülkemizi çok uzun süredir devam eden bir uykudan uyandırdığını düşünüyorum. Bu uyanışın bilinciyle yeni bir Türkiye yaratmak hiç de ütopik değil bence. Önce bir kendimize çeki düzen verelim birey olarak, değişelim, kimliklerden, sınırlardan ayıralım düşüncelerimizi, sonra bir araya gelelim ve adım atalım.


Dün Berkin gitti, yarın belki başkası gidecek, daha önce de bu coğrafyada nice evlatlar kaybedildi. Bu son olsun artık. Berkin’in acısı son olsun. Bırakın yası tutulsun, bırakın insanlar yürüsün. Ama aklı selim bir şekilde olsun herşey. Gün düşünme, karar alma ve harekete geçme günü, yeni bir can daha kaybetme günü değil. 





Güle güle Berkin, güle güle küçüğüm... Ölüm haberini aldığımdan beri aklımın bir köşesinde Ezginin Günlüğü”'nün “Küçüğüm” şarkısı çalıyor. Gelin hep beraber dinleyelim Berkin'in anısına:






"Bugün güneş doğmayacak
Bugün sen çok öleceksin
Biraz düşlerine eğil
Orada bir şey bulacaksın
Bugün unut mavileri
Çiçeğe su verme unut
...
Ah aman aman küçüğüm
Bu yol sana gidiyor ”


3 Mart 2014 Pazartesi

Geniş Aileden Uzak Çocuk Büyütmek


Geçen hafta kızımın dönem arası bir haftalık tatilinden sonra okulun tekrar açıldığı, bizim harala gürele bir Türkiye gezisi dönüşü yaptığımız, adaptasyon ve yeniden düzen kurmayla geçirdiğimiz bir haftaydı. Bugün yeniden üç kişilik dünyamıza uyum sağladığımız yepyeni bir haftaya girdik.

Yılbaşında planlanan ama gerçekleşemeyen bu tatili çok istemiştik. Çok kısa olacağını ve hiçbir şeye yetemeyeceğimizi biliyorduk ama ailemize katılacak yeni üyenin Mayıs ortalarında gelecek olması bir haftalık bile olsa en ideal zamanın Şubat ortası olduğunu söylüyordu.

Heyecanla bavul hazırlandı, minik hediyeler alındı ve sevgililer günü yola koyulduk. Çocuğum olduktan sonra ailemle ve sevdiklerimle kendi geçirdiğim zamandansa onlarla kızımın geçirdiği zaman çok daha önemli olmaya başladı. Geniş aileden uzak çocuk büyütmenin de bu düşüncede etkisi büyük sanıyorum. Çünkü hep bir özlem var bende. Bir araya geldiğimizde sevginin çok fazlası ve uzak olunca mahrumiyet ve özlem. İşin iyi tarafı Dalya da bu aile sevgisine layıkıyla karşılık verdi hep. Bu da beni mutlu etti. Ancak bu sefer yolculuk öncesi ve yolculuk süresince Türkiye’deki ailemizi hiç özlemediğini söylemesi beni biraz endişelendirdi. Ya heyecanını bastırmaya çalışıyordu ya da artık gerçekten özlemiyordu eskisi kadar -ki bu da gayet doğaldı.

Rahat bir uçak yolculuğundan sonra havaalanında anneannesine ve dedesine kavuşan Dalya’yı görünce kafamdaki korkular şöyle bir tarafa itildi. Çünkü onları çok özlemişti. Ayrıca son dönemde neredeyse tüm konuşmalarımızda benimle İngilizce konuşan kızım büyük bir çabayla çok güzel bir Türkçeyle adeta şakıyordu. “Anneanne sen kaç yaşındasın?”, “dede, sen çok ciddi görünüyorsun yaa” gibi sorularla başlayan diyaloglar sevgililer günü ve yağmurdan dolayı havaalanından eve 3.5 saatte vardığımız araba yolculuğu boyunca oyunlar, şakalar ve tekerlemeler eşliğinde devam etti. Rahatlamıştım; çünkü Dalya hemen uyum saglamıstı...

Bir hafta boyunca anneanne, dede, babaanne, kuzen, dayılar, teyze,enişte, büyükanne ve arkadaşlarımız sarmalında sevgi budalası olan Dalya gerçekten çok mutluydu. Onun bu kadar mutlu olmasına bir yandan çok seviniyor bir yandan da üzülüyordum çünkü Londra’da yaşayarak onu bu sevgiden mahrum bıraktığımızı düşünüyordum.

Geniş aile içinde çocuk büyütmenin pek çok artısı olduğu kesin. En büyük artı sanırım hem zorlukların hem de güzelliklerin hep beraber paylaşılması. Ancak uzakta olunca insan bu paylaşımların sadece olumlu yanlarını görüyor. Oysa biliyorum ki bu durumun zorlukları da var.

Beraber geçirdiğimiz süre az olduğu için olumsuz yanlar benim pek gözüme batmıyor doğrusu ama eve döndükten sonra huyu değişen kızımla uzunca bir süre yeniden düzeni oturtmak için boğuştuktan sonra yakın olmanın da hiç kolay olmadığını düşünüyorum. Zorlukların çoğu çocuk yetiştirmede kuşak farklarından kaynaklanıyor bence. Söz gelimi ayıplamalar (bizim hiç söylemeyeceğimiz türden “aaa sen abla oldun öyle yapılır mı hiç?“ gibi); ödüller (çocuğun her istediğini almak, onu hediye bombardımanına tutmak, alınan tüm hediyeleri aynı anda vermek); fazla korumacılık (anne ya da baba bir konuda çocuğa ders vermeye çalışırken ve bunun sonucunda o ağlarken “ağlatmayın bakıyım benim torunumu” vs demek); çocuk zarar görmesin, canı acımasın diye farkında olmadan cesaret kırıcı, engelleyici konuşmalar yapmak (“oraya çıkma düşersin, onu yapma elini kesersin” gibi ); anne ya da babanın çocuk bakım şeklini beğenmemek (“çocuğu zayıflatmışsınız, hasta etmişsiniz” gibi “ben daha iyi bakarım” söylemleri).

Evet bu gibi durumlar beraber olunan anlarda gerginliğe neden olabiliyor. Biz genelde bu gibi konuşmaları, yakalayabildiğimiz ölçüde, aile büyüklerine kaş göz hareketleri yaparak, bire bir konuşma veya uyarılarla kontrol altında tutmaya çalışıyoruz. Onlar da anlayışla karşılıyor ama kaçırdıklarımız da oluyor elbette. Ama çok da dert etmiyoruz çünkü biz geniş aileyi seviyoruz ve sonuçta çok kültürlü bir çocuk yetiştiriyoruz. Kızımız da dokunmasız, sarılmasız, ifadesiz bir İngiliz kültüründe büyürken nasıl o kültürü anlamaya çalışıyorsa, genlerinin ait olduğu anaç ama müdaheleci, evhamlı ama sevgi dolu Türk kültürünü de anlaması gerekiyor, bizim de bu çok kültürlülüğü beslememiz. Nice bol kahkahalı, tartışmalı, sevgi dolu, bir o kadar da çekişmeli geniş aileli günlere... Sevgilerimle...