31 Aralık 2016 Cumartesi

Sihirli Değneğimiz Yok Ama Çocuklarımız Var






Okullar iki haftalık Noel tatilinde ve biz bu tatili Londra'da geçiriyoruz. Havanın soğuk olması işimize geldi;  bizde evde bolca zaman geçirdik. Dalya'nın film izlemekten keyif alıyor oluşu ailece film izlemeyi bir geleneğe çevirmemizi sağlıyor. Lara'nın da artık bebeklikten çıkmış olması  işimizi kolaylaştırıyor. O oyuncakları ile yanımızda oyalanırken biz filmimizi izliyoruz. Okul koşuşturması ve yoğunluğu içinde çok sık yapamadığımız bu keyfi Noel tatilinde televizyonda gösterilen harika aile filmleri ile tekrar, uzun uzun, yapma şansımız oldu.
  
Charles Dickens'ın "Noel Şarkısı"(Christmas Carrol) romanından esinlenen "Scrooge", Frank Capra'nın "Şahane Hayat"ı (It is a Wonderful Life), Debbie Reynolds'ın "Yağmur Altında"sı (Singing in the Rain), Natalie Wood'un "Batı Yakası Hikayesi"(West Side Story) ve "Artist" (The Artist) filmi bunlardan bir kaçı. Kimisi sadece kitap bile olarak şaheser, kimisi sırf müziği, kimisi ise mükemmel oyunculuğu veya kadrosu ile konuşulabilecek olan bu filmleri tam da  "bitsin artık bu yıl" dediğim bir dönemde izledim. 2016'da memleketin ve dünyanın başına gelenlerin ancak bir sihirli değnekle düzelebileceğini düşünürken - eh o da olamayacağına göre- kapkara ruh hali ile izledim bu filmleri.

Haberleri dinleyen, gazete okuyan bir çocuktan ne kadar saklayabilirsiniz dünyadaki çirkinlik ve kötülükleri? Peki tüm bu olanlara rağmen onların nasıl hala iyiliğin, güzelliğin ve barışın kazanacağına inanmalarını sağlayabilirsiniz ki? Ebeveynlik daha da bir zorlaşıyor bu tür durumlarda. İşte bu filmler tam da burada işe yarıyor; çünkü kırılıp döküldükten sonra tekrar ayağa kalkma filmleri onlar.

Geçen sene "Noel Şarkısı"nı izlemiştik Dalya ile. Çok beğenmiştik. Bu yıl ise aynı konu ama daha modern bir çekim olan Scrooge'ı izledik. Huysuz paracı bir yaşlı olan Scrooge Noel kutlamalarının gereğine inanmaz ve kutlamaz. Çalışanına o gün için müsamaha göstermez, yeğeninin yemek davetini reddeder. Mutsuz, yalnız yaşantısına, evine döner. Ama beklenmedik şeyler olur. Eski iş ortağının hayaleti karşısına çıkar ve onu kah çocukluğunun ıssız köşelerine, kah ilk aşkına götürür. Yalnız sonunun ne hazin olacağına ilişkin geleceğe doğru bir gezinti yaptıktan sonra Scrooge, o gece bitmeden kaderini değiştirmek için hayatındaki hataları düzeltmeye ve üzdüğü insanları tekrar kazanıp mutlu etmeye çalışır.
"Şahane Hayat"da ise hayatında hiçbir şeyi başaramadığını düşünen George Bailey intihar etmek ister ama bir melek onu kurtarır ve eğer dünyaya gelmemiş olsaydı yaşadığı şehrin ve yakınlarının hayatının nasıl olabileceğini ona gösterir. Savaş kahramanı kardeşi 9 yaşında ölmüştür çünkü abisi, George Bailey, onu buz kazasından kurtaramamıştır; bir sürü insana destek olan iş yeri batmıştır; eşi kimseyle evlenmemiş, çocukları olmamıştır. Bunları gören George hayatta aslında neler başarmış olduğunu görür, elindekilerin kıymetini anlar ve koşa koşa ailesine sevdiklerine döner.


Noel bizim dini bayramlarımızdan farksız Hristiyan dünyasında. Her bayram gibi o da insanların biribirine karşı daha anlayışlı ve sevgiyle yaklaşmalarını amaçlıyor. Noel'in tek farkı onu takip eden bir yeni yılın olması. Bu dönemde dünyanın dört bir yanında herkes geride bıraktığı koca bir seneyi düşünüyor ve bilinmezler dolu yeni bir yıla girmeden önce kendine bir çekidüzen vermek istiyor. İşte bu filmler bu dönemde, insanların önceki yıla ilişkin hayal kırıklıklarına yenik düşmemelerini, hayattaki olumlu noktalara odaklanmalarını ve geleceğe umut dolu bakmalarını sağlamak açısından  çok doğru seçimler.

Bizim evde de doğru amaca hizmet ettiler. Geçmiş yılda yaşanan her şey geride kaldı. Çok yıkıcı, çok yıpratıcı bir yıl oldu. Ama önümüzde yepyeni bir yıl var; olumsuzlukları olumluya, hastalığı sağlığa, savaşları barışa, çirkinlikleri güzelliğe dönüştürme şansımız var. Elimizde bir sihirli değnek yok belki ama umudumuz var, çocuklarımız var ve onlara aşılayacağımız iyilik, güzellik ve barış düşünceleri var.

İşte bu filmler soğuk bir kış gününde öyle ısıttı ki bizim yüreğimizi yine umut dolu olduk; işte öyle ısınsın tüm yürekler umarım 2017'de. Elimizdekilerin kıymetini bildiğimiz, varlığımızın bir nedeninin olduğuna inandığımız, insanlığımıza döndüğümüz bir yıl olsun. Çocuklarımıza yüzümüz olsun, sevgi olsun, sağlık olsun, mutluluk olsun. Dileğimiz gerçek olsun!!!







10 Ekim 2016 Pazartesi

Türkiye'den Çıldırtan Tatil Manzaraları


İngiltere'de yaşıyor oluşumuz bizim sürekli güneşe hasret olmamıza neden oluyor. Kurumsal hayata veda edip  "sadece anne" yaşantısına geçtiğimden bu yana yazları toplamda 6 hafta olan okul tatilinin büyük bir çoğunu Türkiye'de geçiriyoruz. Bunun bir kısmına eşimde katılıyor. Büyük aileyle bir araya geldiğimiz tatilimizin çoğunu çocuklar denizden ve güneşten yeterince faydalansın diye Ege'de ailemin yazlığında geçiriyoruz. Bu sene eşimin çok küçük bir kısmına katıldığı yaz tatilini onun paylaşımı olmadan, annemle babamın verdiği tam desteğe rağmen, bir tür enerji patlaması yaşayan 9.5 yaşında büyük kızım ve yürümek nedir bilmeyen hoplaya hoplaya koşan 26 aylık küçük kızımın peşinde koşturarak geçirdim. Kardeşi olmadan önce senelerce tek çocuk olarak tatil yapmaya alışmış, tatilden ne beklediğini net bir şekilde bilen ve bunları bir liste halinde önüme sunan büyük kızım ve sürekli ablasını izleyen ve cüssesine bakmadan onun yaptıklarını yapmaya çalışan küçük kızımın hızını yakalamaya çalışırken, bir de baktım ki, yaz bitmiş!

Yaz hızla akıp giderken ve ben çocuklarımla orada burada takılırken canımı sıkan bir dizi şey oldu. Artık genel olarak daha tahammülsüz oluşumdan mı, İngiltere'de fazlasıyla kurallı bir dünyada yaşıyor oluşumdan mı yoksa Türkiye'de genel olarak kuralsızlığın daha da artmış olmasından mı bilmiyorum özellikle kamuya açık alanlarda market, plaj, havuz ve oyun parkı gibi yerlerde beni çileden çıkaran ve müdahale etmeden duramadığım bir sürü durum içinde buldum kendimi. Daha önceleri bu tür durumlarda "üç günlük tatilin tadını kaçırmayayım" deyip sessiz kalırdım  ama bu defa yapamadım işte. Bunlardan birkaç tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir keresinde ana plaja yakın merkezi bir oyun parkında iki çocuğumu oynatıyordum. Büyük kızım artık tehlikeye karşı kendini koruyabilir yaşta olduğu için genelde onu uzaktan gözlerimle kontrol ederim, o günde öyle yaptım. Oysa küçük kızımın tehlike farkındalığı henüz yok, o yüzden onu bir an için gözümden ayırmamak için oyun parkında hep onun yanındaydım. İyi ki de öyle yapmışım, parkın ciddi bir düzene ihtiyacı vardı çünkü. İlk işim ellerinde uzun sopalarla veya sıra önceliği gözetmeksizin ite kaka kaydıraktan kayan çocukları uyarmak oldu. Böylelikle kaydıraktan yavaş yavaş kayarak keyfini çıkaran kızıma ve onun gibi küçüklere bu şansı tanımış oldum. Ama parktaki tek sıkıntı bu değildi.  Parkta bir iki çocuğun oyunu bildiğimiz çocuk oyunlarına benzemiyordu. Kaydıraktan art arda, üst üste kayıyorlar ve etrafta başka çocuk olup olmadığına bakmaksızın salıncakları çok hızlı bir şekilde savuruyorlardı. Gözlerindeki bakış ve hareketlerindeki hız sanki o küçük bedenlere  koca insan girmiş düşüncesi yaratıyordu. Yanlarında bir büyük yoktu ve gayet kalabalık olan oyun parkındaki anne babaların hiçbirinden de çocuklara en ufak bir uyarı gelmiyordu. Ben onları önce  "çok hızlı oynuyorsunuz, küçük çocuklar var, bu şekilde oynayacaksanız parkın başka bir bölümüne gidin" diyerek kaydıraktan uzaklaştırdım. Sonra bir baktım ki salıncakları ele geçirmişler, kendileri sallanmıyor ama salıncakları çok hızlı bir şekilde hatta döndüre döndüre bir atıp bir yakalıyorlar. Uzaktan görsem de bu durumu, küçük kızımı gözden kaçırmamak için çokta dikkatli izleyemedim onları ta ki kızım son hızla salıncaklara doğru koşana kadar. O hızla havada uçuşan salıncaklara doğru koşan 26 aylık kızımı yakalamaya çalışırken bir yandan kayan ayağıma rağmen toparlanmaya çalışıyor bir yandan da bağırıyordum "durun durun" diye. Şans eseri salıncak kızımın kafasına çarpmadan yakaladım ve etraftaki beni garipser anne baba bakışlarına rağmen her lafıma karşılık veren cin gözlü iki çocuğu belki de hiç alışık olmadıkları bir azarlama türüyle oradan uzaklaştırmayı başardım. Evet sesim yüksek perdedendi belki ama sözlerim onları rencide edici değildi, davranışlarını düzeltmeye yönelikti aynı kendi çocuklarımla konuştuğum gibi. "Bu parkta yalnız değilsin, başkaları da var" ve "...bu şekilde salıncakları sallamaya devam edersen birine zarar verebilirsin" şeklinde olan konuşmam "10'a kadar sayıyorum eğer salıncağı böyle sallamayı bırakmazsan ..." ile son buldu.  İşe yaramıştı çocuklar sakin bir şekilde parkın başka bir köşesinde oynamaya başlamışlardı. Aynı anda boşalan salıncaklardan birine çocuğunu oturtan bir anne "bunlar da hiç söz dinlemiyor canım" diye söyleniyordu, oysa öncesinde olaya hiç müdahale etmeden kenarda izlemeyi tercih etmişti.
 İkinci olay ise yine yazlığa yakın bir termal/spa tesisinde oldu. Annemle babam o tesise üye, bizde her sene haftada bir iki kere oraya günübirlik gidiyoruz. Büyük kızım orayı çok seviyor çünkü bir sürü farklı büyüklükte havuzu var, çocuklar için eğlenceli bir yer. Yine bu sene ailece gittik oraya sıcak bir yaz gününde. Her zaman yaptığımız gibi çocuk havuzundaki yerimizi almak üzere oraya doğru yürürken bir baktık ki yeni bir havuz yapılmış,  kaydıraklı bir havuz üstelik. Kızım çok heyecanlandı, bende ona yerleştikten sonra geleceğimize dair söz verdim. Eşyalarımızı şezlonglarımızı, şemsiyelerimizi ayarladıktan sonra küçük kızımı da yanımıza alarak kaydıraklı havuza doğru gittik. Havuza açılan iki sulu kaydırak var; biri kıvrımlı diğeri ise düz. Kaydırakların tepesine çıkan merdiven ve kaydırakların başı oldukça kalabalık görünüyordu. Oraya küçük kızımla çıkamayacağım ortadaydı, büyük kızım yalnız çıkacaktı o yüzden onunla kuralları gözden geçirmemiz gerekiyordu. Kaydırakların yanında yer alan hem İngilizce hem de Türkçe kurallar listesini okuduk. Listede en önemli kurallar şöyleydi "kaydıraktan kaymanız söylenene kadar kaymayın; havuza düştüken sonra hızla ilerleyin; susuz kaydıraktan kaymayın; kaydıraktan yukarı doğru yürümeyin". Kızıma yukarıya çıktığında birisinin ona ne zaman kayabileceği konusunda bilgi vereceğini söyleyerek gönderdim. Onu nereden izleyeceğimi ve birbirimizi bulamazsak nerede buluşacağımızı da ekledim. Küçük kızımla ablasıyla anlaştığımız yere gittik, uzaktan kızımı izlemeye başladım. Gördüğüm yukarıda hiçbir görevli olmadığı, havuza düşenler oradan uzaklaşmadan yeni insanların kaymaya başladığı, çocuklarla birlikte koca insanların da "ho hoyt" diye kaydığıydı. Kızımda da endişeli bakışları görünce o tarafa doğru gittim ve ondan yukarıda kimsenin olmadığını öğrendim. Sonra birde baktım ki 14-15 yaşındaki çocuklar kaydırakta aşağıdan yukarı doğru yürüyor ve kaymaya çalışan çocuklarla çarpışıyor. Onların beni duyabileceği yakınlığa gidip onları uyardım. Kucağımda küçük kızım, güneş tepemizde kaynarken ben bir yandan bağıra çağıra o çocukları birer ikişer kaydırakta yürümekten alıkoymaya çalışıp bir yandan da kızımı kaydıraktan geri çağırmaya çalışırken daha ilginç bir şey oldu ve o çocuklardan biri "teyze kaydırakta su yok" dedi. İşte bu bardağı taşıran son damla oldu. O kadar insan susuz susuz kaydıraktan kayıyor bu teknik sorunu gidermek için bir teknisyen yok, insanlar kucak kucağa düşüyor, hiçbir kurala uyulmuyor, her an bir sakatlanma olabilir bu durumu gözetleyen düzenleyen bir kişi yok. Ben bu şekilde kaygıyla ve kızgınlıkla oradan oraya dolanıp durur bir haldeyken güneşlenmekten veya eşlerinin sırtlarını yağlamaktan başlarını kaldıran birkaç baba ayaklandı ve neler olduğuna dair biraz endişe kırıntıları göstermeye başladı. Bende kızımı havuzdan çıkardıktan sonra ilgilenen babalara yönetime şikayete gidiyor olduğumu, onlarında şikayet etmesi gerektiğini söyledim. O hızla yönetime giderek şikayetimi dile getirdim. Kaydıraklarda su olmadığını, hiçbir görevlinin olmadığını, her an bir sakatlık olabileceğini söyledim. Görüştüğüm kişi konuyla ilgileneceğini söyledi. Hayal kırıklığına uğrayan kızıma bir saat sonra gelip bakarız dedim ve oradan ayrıldık. Bir saat sonra geldiğimizde havuzun etrafı şeritle çevrilmiş, havuz boşaltılmış ve teknisyenler çalışıyordu. Durumu bu şekilde gördüğümde olay beni daha da ürküttü, eğer ben şikayet etmesem o havuz o haliyle bugünü bitirecek belki de birilerinin canı çok fena yanacaktı. 
Her iki durumda da canım sıkılmış, sinirim bozulmuş ama bir aksiyona geçmiş ve sorunu yaratan olaya son vermiştim. İşlemeyen veya yanlış işleyen bir şeye karşı bir eylemde bulunmuştum ama benim dışımda hiç kimse bu davranışı göstermemişti. Yukarıda da belirttiğim şekilde artık genel olarak daha tahammülsüz oluşum mu,  İngiltere'de fazlasıyla kurallı bir dünyada yaşıyor oluşum mu yoksa Türkiye'de genel olarak kuralsızlığın daha da artmış olması mı? Bilmiyorum hangisi bu tür müdahalelerde bulunmuş olmamın nedeni. Bildiğim tek şey bu yaz deneyimlediğim olayların Türkiye'deki toplum yaşamındaki belki de en büyük eksiklikleri fark etmemi sağlamış olması: kuralsızlık, duyarsızlık ve birey olarak inisiyatif alma eksikliği.
Oysa yaşamın her alanında olduğu gibi bu tür konularda da bireysel gücümüzü kullanmalı ve devletin veya sistemin eksik veya yetersiz olduğu yerlerde -bireylerin ve sivil toplumun etkisini azımsamadan- eyleme geçmeliyiz diye düşünüyorum. Oyun parklarında, sınıflarda, sokaklarda, insanların olduğu her yerde insanca ve sağlıkla yaşama hakkımızı hep birlikte korumalı ve çocuklarımızı da bu doğrultuda yetiştirmeliyiz. Her şeyi sistemden beklememeli, bizler de sistemde yapıcı etkilerde bulunmalıyız ki o sistem bizim arzu ve hayal ettiğimiz şekilde işlesin. Oturduğumuz yerden konuşarak, değişimi ve gelişimi başkalarından bekleyerek bir yere varamayız. Bu yaz tatilinin toplumsal eleştirisi ve çıkarımı da bu.

Not: Bu yazı 10.10.2016'da Alternatif Anne'de yayınlanmıştır. http://alternatifanne.com/turkiyede-cocuklu-tatil/

3 Ekim 2016 Pazartesi

Bir Abla, Bir Kardeş ve Jimnastik

Image result for kids gymnastics


İki çocuklu hayat zormuş gerçekten. Aradaki  yaş farkı 7 yaş olunca daha da zor sanki. İki çocuğu aynı anda parkta zevkle oynatmak bile mümkün değil çünkü bambaşka şeylerden keyif alıyorlar. Biri ağaç tepelerinde gözcülük yaparken diğeri kaydırağa tırmanmaya çalışıyor. Biri patenle dolaşırken diğeri scooter öğrenmeye çalışıyor. İki ayrı hız, iki ayrı ilgi dağılımı arasında sıkışıp kalıyor insan.  Kişilik farkları da girince işin içine iyice karışıyor herşey. Ama birçok faydası da var bu yaş farkının. Denenmiş bir yol, test edilmiş bir süreç ve elde edilmiş sonuçlar var. Bütün bunlar tecrübe olarak 7 yaş geriden gelen çocuğa yarıyor, annenin babanın işini kolaylaştırıyor; bu da işin artısı. 
 
Bizde gelişmeler jimnastikte tam da böyle oldu. İleride başka konularda çıkacaktır ama şimdilik taze olarak bunu yaşıyoruz. Dalya jimnastiği çok seviyor. Onun içi içine sığmayan enerjisine çok hitap ediyor jimnastik. Daha önceden de yazmıştım bale öyle değil onun için  (Bakınız http://sadeceanneyim.blogspot.co.uk/2014/03/annenin-bale-sevdas-kzna-gecer-mi_17.html ). Çok ağır, çok durağan geliyor bale ona ama seviyor yine de; en çokta jimnastiğin baleyi tamamlayıcı etkisini. 

Çoğu zaman bana rahatsızlık versede, yollarda parende atmadan yürüyemeyen, evde pek çok kere ayaklar havada baş koltukta bir şekilde gördüğüm sevgili kızım Dalya'nın jimnastik sevgisi küçük kardeşi Lara'ya da yaradı. Dalya Lara yaşındayken jimnastik yapmıyordu ama onun senelerdir jimnastik yapıyor ve çok seviyor olması kardeşinin bu spora daha erken başlamasınına neden oldu.

Ablasının jimnastik yaptığı okulda Perşembe sabahları 45 dakikalık jimnastik dersi var Lara'nın. İlk 10 dakika eğitmenin yönlendirmesiyle isimlerin söylendiği, resimlerin, renklerin gösterilerek ısınma hareketlerinin yapılması ile geçiyor. Bu kısımda Lara şimdilik sadece izliyor. Sonraki 20 dakika ise trambolin, tırmanma çiti, 'hula hoop'lar arasında özgürce koşarak geçiyor. Bu kısımda Lara neredeyse tüm zamanını trambolinde geçiriyor. Eğitmen çocukların tamamıyla özgür bırakılmalarının hiçbir aktivite için zorlanmamalarının gerektiğini, zamanla tüm aktiviteleri deneyeceklerini söylüyor; bizde onu dinliyor, o doğrultuda davranıyoruz. Son 10 dakikada ise çocuklar ile ebeveyn veya bakıcıları olarak yerde bir çember oluşturuyor ve gökkuşağı renklerinden oluşan bir paraşüt açılıyor. Onlar paraşütü yukarı aşağıya sallarken çocuklar da onun üstünde ve altında hoplayıp zıplıyor. Son olarakta çocuklar sıraya diziliyor ellerini başlarına birleştiriyorlar ve eğitmen ellerine renkli baskı yapıyor ki bu onları çok mutlu ediyor.

Her iki kızım da şimdilik jimnastikte çok eğleniyorlar oysa  jimnastik çocuklara eğlenceden fazlasını sunuyormuş. Uzmanlar jimnastik yapmanın çocuklar için oldukça faydalı olduğunu düşünüyorlar. Bu faydaları kısaca özetlersek şöyle:

Esneklik: Jimnastikte esneklik çok önemli. Esneklik arttıkça olabilecek incinmelerde azalıyor. Hareketleri öğrenerek, onları bir rutinle birleştirince jimnastikçiler esneklik kazanıyor ve kendi vücutlarının kontrolünü ele geçiriyorlar.
Hastalıklara karşı güçlenme: Jimnastik vücut sağlığını güçlendirerek astım, obezite, kalp ve şeker hastalığı gibi bir dizi hastalığı engelliyor.
Güçlü ve sağlıklı kemikler: Jimnastik gibi ağırlık içeren aktivitelere katılmak erken yaşta güçlü, sağlıklı kemik yapısına sahip olmayı sağlıyor. Yaş aldıkça kemiklerde yaşanan küçülme ve erimeler kemik yapısını erken yaşta güçlendirilmesiyle olabildiğince azalıyor. 

Artan özgüven: Yapılan araştırmalar jimnastik yapan çocuklarda özgüven ve kendi kendine yeterliliğinin daha yüksek olduğunu ortaya çıkarıyor.

İdrak yeteneğinin gelişmesi ve artması:  Jimnastik konsantrasyon ve zihinsel odaklanmayı artırır. Jimnastik çocukların kendilerini düşünerek, hayallerini beslemelerine ve güvenli bir şekilde sorunlarına çözüm bulmalarına yardımcı olur.   

Koordinasyonun artması: Jimnastikte kazandıkları koordinasyon ile çocuklar normal hayatta ve ileride karşılaştıkları fiziki bir dengesizlikle daha rahat bir şekilde başa çıkıyorlar ve beklenmedik sorunlara hemen uyum sağlayabiliyorlar.

Güç gelişimi: Jimnastikçiler dünyadaki en iyi atletlerdir. Vücutlarını güçlendirmek için neredeyse sadece vücut ağırlıklarını kullanırlar ve bu da vücutlarını çok güçlendirir. 

Disiplin: Jimnastikçiler eğitmenleriyle bir disiplin içinde çalışırlar ve kendi kendilerine çalıştıklarında da bu disiplin sürer. Elde edilen iç disiplinle sürekli kendilerini kontrol edip düzeltme becerisi geliştirirler. 

Sosyal Beceriler: Her yaş döneminde jimnastikçiler sosyal becerilerini geliştirme şansına sahiptirler. Daha küçükken nasıl sırada durulacağını, bakıp dinlemeyi, başkaları konuşurken sessiz olmayı, bağımsızca düşünüp çalışmayı ve başkalarına ne şekilde saygılı olunacağını öğrenirler. Büyüyünce de hareketlerine dikkat ederek küçüklere örnek olma konusunda beceri geliştirirler. 

İşin eğlencesi bir yana, çocuklarımıza hayat boyunca fayda sağlayacak becerileri geliştirmelerinde jimnastik çok etkili görünüyor. Bu yazı için araştırma yaparken dikkat eksikliği ve hiperaktivite sorunu olan çocuklarda da jimnastiğin olumlu etkilerine ilişkin bir dizi araştırma sonucuna denk geldim. Kazanımlar inanılmaz. Gerçekten çok ilginç. Ancak şunu da unutmamak gerek çocuğun da jimnastiği istemesi ve severek yapması çok önemli. Eğer çocuk başka spor dalına ilgi duyuyorsa o alana yönelmek daha doğru çünkü her çocuk bir değil.  

Biz Lara için şimdilik ablanın yolunda ilerliyoruz, Lara da ablası gibi bu jimnastikten keyif almaya devam ettiği sürece buralardayız. 


Kaynaklar:

26 Eylül 2016 Pazartesi

Eylül ve Planlar





Türkiye'deki kadar uzun olmasa da bütün yıl beklenen hayali kurulan uzun bir yaz tatili sona erdi, Kürkçü dükkanına döndük, okullar başladı. Dahası da var, çok yakın bir zaman içinde kaloriferler yakılacak, karanlık gri günler başlayacak. Olumsuz bir tablo çizdim biliyorum. Eylül ayı her yerde biraz melankolik olur ama burada sanki biraz daha fazla.

Öyle ya da böyle artık bir silkinme toparlanma zamanı geldi, yılgın bezgin olmanın bir anlamı yok. Aslında ben Eylül aylarında hiç de öyle olmam. Bir cevvallik, bir enerji gelir bana. Güneş görmüşlüğün, taze meyve sebze yemişliğin, ailemle bolca zaman geçirmişliğin, memleketin havasını solumuş, suyunu içmişliğin bir huzuru ve enerjisi ile başlarım her Eylül ayına. Başta öyle olmadığını düşünsem de geldiğimde özlemiş olduğumu fark ederim evimi. Çocukların oyuncaklarını, yataklarını özlemiş olmaları, arkadaşlarını görünce koşa koşa sarılmaları, buraya ait özlediğim tatlara kavuşmak, alıştığım dükkanlardan bildiğim ürünleri almak o beni korkutan geçiş dönemini kolaylaştırır her yıl. O dinginlik ve yeniden keşfedişle başlarım yine yeni yıl planımı yapmaya büyük bir şevkle. Evet yanlış duymadınız, herkes yılbaşında yeni yıl planı yapar ben Eylül ayında. Çünkü her Eylül yepyeni bir başlangıçtır benim için, düzen  nasıl oturursa Temmuz sonuna kadar da öyle devam eder.

Yaz için planlarımın hiçbirini gerçekleştirememiş olmak (Lara'nin tuvalet eğitimi, benim karın kaslarımı sıkılaştırma hedefim vs) yeni bir yıl planı yapmak açısından pek umut vadedici olmuyor ama ben yine de yapayım planlarımı. Eylül ayı bitmeye yüz tutmuş olsa da,  evet başlıyoruz...

  • Bloğuma zaman ayırmak, daha çok yazmak: Evet bu gerçekleştirmeyi en çok isteğim hedef. İsteğim dışında çok uzun bir süredir bloğuma zaman ayıramadım. Araştırmak, yazmak ve sizlerle paylaşmak istiyorum.
  • Dalya'nın okuldışı aktivitelerini azaltmak: Okuldışı çok aktivitesi olan kızımın yükünü biraz hafifletmek hedeflerim arasında.  Biraz daha sakin zamana ihtiyacı var, sürekli oradan oraya koşturma halinde olmak ne ona ne de bize iyi gelmiyor.
  • Lara'nın tuvalet eğitimini tamamlamak: Bu konuda bir acelem yok aslında ama Lara neredeyse 1 yaşından beri tuvalet eğitimine hazır. Bir iki gün sırf bu konuya odaklanırsam halledeceğiz bu konuyu biliyorum ama önce benim hazır olmam gerekiyor.
  • Lara'yı yuvaya başlatmak: Lara'nın yuva yaşı geldi ve biz yuva sırasındayız, her an çıkabilir. Onu yuvaya alıştırıp benden ayrı bir birey olarak ilk gerçek sosyal ortamına geçişini sağlamak beni çok heyecanlandırıyor.
  • Dalya'nın ortaokul araştırmasını tamamlamak bu konuda bir karara varmak: Seneye Dalya'nın ilkokuldaki son yılı. O yüzden ortaokul konusunda bir karara varmamız gerekiyor. Devlet okulu mu, özel okul mu; kız okulu mu, karma okul mu; ortaokul sınavına girecek mi, sınavsız bir okul mu tercih edeceğiz? Bunlar hep düşünülecek ve karar verilecek konular.
  • Evdeki atılacaklar verilecekler düzenlemesi yapmak: Hiç bitmeyen bir iş. Evde sürekli bir yığılma olunca düzeni korumak çok zor. Eylül ayı aynen bahar ayları gibi benim için yine bir temizleme, ayıklama ayı oluyor. Bunu yaptıkça, ihtiyacım olmayan eşyalardan kurtuldukça hafifliyor, rahatlıyorum.
  • Kızların oda düzenini gözden geçirmek: Kızları aynı odada mı yatırmalıyım, odalarını ayırmalı mıyım bilmiyorum. Bu konuyu düşünüp aradaki yaş farkını vs dikkate alarak karar vermek gerek.
  • Düzenli spor yapmak: Artık sıkılaşma zamanı; zayıflama gibi bir derdim yok ama artık kalıcı bir sıkılaşma istiyorum.
  • Arkadaşlara daha çok zaman ayırmak: İlk çocukta olduğu kadar olmasa da küçük çocuk insanı eve kapatıyor. Ben tekrar dışa açılmak istiyorum. Arkadaşlarımla daha çok zaman geçirmek hedeflerim arasında.  
  • Daha çok sebze ve meyve yemek: Emzirme dönemindeki sağlıklı beslenme düzenimi tekrar yakalamalıyım. Emzirmeyi bıraktıktan sonra bir özgürlük dönemine girdim yeme konusunda artık bir toparlanma zamanı geldi.
  • Daha çok su içmek: Yukarıdaki aynı durum su içmek içinde geçerli

İşte bunlar yeni yıl planım. Sizde farkındasınızdır ki bunlar benim bu yılki blog planımda oluyor aynı zamanda. Daha pek çok şey girecektir bu listeye veya hiç akılda olmayan bir sürü konudan bahsedeceğim bloğumda. Hep birlikte göreceğiz hangi hedefleri yakalayıp yakalayamadığımı, hangilerini gerçekleştirip gerçekleştiremediğimi. Sizlerin de paylaşımı, yorum ve katkılarıyla daha da renklenecek umarım bloğum.  Haydi o zaman diyorum, başlayalım yeni yılımıza...