Geçen
hafta kızımın dönem arası bir haftalık tatilinden sonra okulun tekrar açıldığı,
bizim harala gürele bir Türkiye gezisi dönüşü yaptığımız, adaptasyon ve yeniden
düzen kurmayla geçirdiğimiz bir haftaydı. Bugün yeniden üç kişilik dünyamıza
uyum sağladığımız yepyeni bir haftaya girdik.
Yılbaşında
planlanan ama gerçekleşemeyen bu tatili çok istemiştik. Çok kısa olacağını ve
hiçbir şeye yetemeyeceğimizi biliyorduk ama ailemize katılacak yeni üyenin
Mayıs ortalarında gelecek olması bir haftalık bile olsa en ideal zamanın Şubat
ortası olduğunu söylüyordu.
Heyecanla
bavul hazırlandı, minik hediyeler alındı ve sevgililer günü yola koyulduk.
Çocuğum olduktan sonra ailemle ve sevdiklerimle kendi geçirdiğim zamandansa
onlarla kızımın geçirdiği zaman çok daha önemli olmaya başladı. Geniş aileden
uzak çocuk büyütmenin de bu düşüncede etkisi büyük sanıyorum. Çünkü hep bir
özlem var bende. Bir araya geldiğimizde sevginin çok fazlası ve uzak olunca
mahrumiyet ve özlem. İşin iyi tarafı Dalya da bu aile sevgisine layıkıyla
karşılık verdi hep. Bu da beni mutlu etti. Ancak bu sefer yolculuk öncesi ve
yolculuk süresince Türkiye’deki ailemizi hiç özlemediğini söylemesi beni biraz
endişelendirdi. Ya heyecanını bastırmaya çalışıyordu ya da artık gerçekten
özlemiyordu eskisi kadar -ki bu da gayet doğaldı.
Rahat
bir uçak yolculuğundan sonra havaalanında anneannesine ve dedesine kavuşan
Dalya’yı görünce kafamdaki korkular şöyle bir tarafa itildi. Çünkü onları çok
özlemişti. Ayrıca son dönemde neredeyse tüm konuşmalarımızda benimle İngilizce
konuşan kızım büyük bir çabayla çok güzel bir Türkçeyle adeta şakıyordu.
“Anneanne sen kaç yaşındasın?”, “dede, sen çok ciddi görünüyorsun yaa” gibi
sorularla başlayan diyaloglar sevgililer günü ve yağmurdan dolayı havaalanından
eve 3.5 saatte vardığımız araba yolculuğu boyunca oyunlar, şakalar ve
tekerlemeler eşliğinde devam etti. Rahatlamıştım; çünkü Dalya hemen uyum
saglamıstı...
Bir
hafta boyunca anneanne, dede, babaanne, kuzen, dayılar, teyze,enişte, büyükanne
ve arkadaşlarımız sarmalında sevgi budalası olan Dalya gerçekten çok mutluydu.
Onun bu kadar mutlu olmasına bir yandan çok seviniyor bir yandan da üzülüyordum
çünkü Londra’da yaşayarak onu bu sevgiden mahrum bıraktığımızı düşünüyordum.
Geniş
aile içinde çocuk büyütmenin pek çok artısı olduğu kesin. En büyük artı sanırım
hem zorlukların hem de güzelliklerin hep beraber paylaşılması. Ancak
uzakta olunca insan bu paylaşımların sadece olumlu yanlarını görüyor. Oysa biliyorum
ki bu durumun zorlukları da var.
Beraber
geçirdiğimiz süre az olduğu için olumsuz yanlar benim pek gözüme batmıyor
doğrusu ama eve döndükten sonra huyu değişen kızımla uzunca bir süre yeniden
düzeni oturtmak için boğuştuktan sonra yakın olmanın da hiç kolay olmadığını
düşünüyorum. Zorlukların çoğu çocuk yetiştirmede kuşak farklarından
kaynaklanıyor bence. Söz gelimi ayıplamalar (bizim hiç söylemeyeceğimiz türden
“aaa sen abla oldun öyle yapılır mı hiç?“ gibi); ödüller (çocuğun her
istediğini almak, onu hediye bombardımanına tutmak, alınan tüm hediyeleri aynı
anda vermek); fazla korumacılık (anne ya da baba bir konuda çocuğa ders vermeye
çalışırken ve bunun sonucunda o ağlarken “ağlatmayın bakıyım benim torunumu” vs
demek); çocuk zarar görmesin, canı acımasın diye farkında olmadan cesaret
kırıcı, engelleyici konuşmalar yapmak (“oraya çıkma düşersin, onu yapma elini
kesersin” gibi ); anne ya da babanın çocuk bakım şeklini beğenmemek (“çocuğu
zayıflatmışsınız, hasta etmişsiniz” gibi “ben daha iyi bakarım” söylemleri).
Evet
bu gibi durumlar beraber olunan anlarda gerginliğe neden olabiliyor. Biz
genelde bu gibi konuşmaları, yakalayabildiğimiz ölçüde, aile büyüklerine kaş
göz hareketleri yaparak, bire bir konuşma veya uyarılarla kontrol altında
tutmaya çalışıyoruz. Onlar da anlayışla karşılıyor ama kaçırdıklarımız da
oluyor elbette. Ama çok da dert etmiyoruz çünkü biz geniş aileyi seviyoruz ve
sonuçta çok kültürlü bir çocuk yetiştiriyoruz. Kızımız da dokunmasız,
sarılmasız, ifadesiz bir İngiliz kültüründe büyürken nasıl o kültürü anlamaya
çalışıyorsa, genlerinin ait olduğu anaç ama müdaheleci, evhamlı ama sevgi dolu
Türk kültürünü de anlaması gerekiyor, bizim de bu çok kültürlülüğü beslememiz.
Nice bol kahkahalı, tartışmalı, sevgi dolu, bir o kadar da çekişmeli geniş
aileli günlere... Sevgilerimle...
Tubacigim,
YanıtlaSilBayildim bu yazina. Kendimden cok sey buldum zira bende de Deniz dogduktan sonra onu bu genis aile ortamindan ve sevgisinden mahrum birakiyorum endisesiyle Turkiye'ye dönme istegi ayyuka cikmisti, sonunda da döndük zaten biliyorsun. Dalya'nin aslina bakarsan skalanin iki ayri ucundaki Turk ve Ingiliz kulturunu birarada yasayarak ogrenmesi cok guzel. Bakalim nasil bir potpori cikacak ortaya diye dusunmeden edemiyor insan;)) Akraba ortamindaki yanlis davranis bicimlerine verdigin ornekler gercekten cok tipik:)) En azindan biz kucukken bize sIkça sorulan o lanet soruyu artik kimseden duymuyorum, bu sevindirici. Soru sana da tanidik gelecek:
"Anneni mi babani mi daha cok seviyorsun?"
Yorumun için teşekkürler Müşcüğüm. Beni çok iyi anlayacağını tahmin etmiştim:) Evet senin dönüş hikayenin ana nedeni geniş aileyle birlikte olma isteğiydi. Sözünü ettiğin soru bana da çok sorulmuştu. Aman diyeyim henüz Dalya'ya sorulmadı :)
YanıtlaSilHarika bir yazi Tuba, dusuncelerime tercuman olmussun:)Sevgiler,Gul
YanıtlaSilTesekkurler Gül. Benden de sana sevgiler...
SilCok guzel bir yazi. Gozum dolmadi desem yalan olur.
YanıtlaSilTeşekkürler Edacım...
YanıtlaSil