12 Ekim 2018 Cuma

Bir Çocuk, Bir Anahtar ve Yoga




Çocuklar insanı şaşkına çeviriyor. Özellikle sabah okul koşuşturması içinde hiç olmayan şeyler olabiliyor. Dün yine öyle bir sabahtı. Kaç zamandır yogaya gitmek istiyorum. Uzun bir tatilden dönüş,  çocukların okula başlaması, uyum çabaları, ihtiyaçları, evin yeniden düzenlenmesi derken dün niyet ettim yogaya gideceğim. 

Bir haftadır okula gitme şevkini yitiren Lara gece uykudan önce ve sabahları çok zorluyor beni. Okula gitmeyeceğim de gitmeyeceğim.  İşte gözünü açmasıyla aynı sızlanma ile başlayan bir sabah, beynim sislenmiş aralıksız ikna turlarından, okula vardık. Arabayı park ettim, arabadaki çöpleri aldım elime çöp kutusuna atayım diye. Attım da ama çöpü değil neyi biliyor musunuz? Arabanın anahtarını!!!  Ve öyle bir çöp kutusu ki kenarlarda boşluk var ama kapak kilitli. Haftanın bir günü gelip belediye çalışanları çöpü boşaltıyor. O da hangi gün bilmiyorum. Başımdan aşağı kaynar sular boşaldı. Üstümde sadece telefon var; cüzdanım, ev anahtarım, her şey arabada. Lara’yı  yine ağlar bir şekilde okula bıraktım. Öğretmen  durumu öğrenince bana bir çift plastik eldiven verdi. Sordum soruşturdum çöpü belediyeye haber vermeden açmak mümkün görünmüyordu. Tekrar çöpün yanına gittim belediyeyi aramadan bir kez daha yoklayayım dedim. Aklıma bir fikir geldi. Teknoloji imdadıma yetişti. Önce telefonumla uzanıp çöpün içinin resmini çektim (yukarıda), anahtarın görünüp görünmediğine baktım yerini tespit edeyim diye. İşe yaradı. Çok şanslıydım hala yüzeydeydi. Sonra da eldivenleri elime geçirip kolumu daldırdım çöpün içine şöyle bir uzandım ve yakaladım anahtarı. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. 

Yoga saati geçmişti ama kimin umurunda? Ben anahtarı kurtardım ya ne yapayım yogayı?! Eve geldim bir çay yaptım. Gömüldüm laptop’ıma ve bir de baktım ki Dünya Kız Çocukları günüymüş, oturdum bir paylaşım yaptım. Neye niyet neye kısmet. 

Niyetlerimiz ne olursa olsun, günün sonunda gerçekleştirdiklerimiz güzel olsun. Tatlı sürprizlerle dolu bir hafta sonu dilerim.

11 Ekim 2018 Perşembe

11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü


Bugün Dünya Kız Çocukları Günü. Biz de analım, farkındalık yaratalım. Bir kere daha hatırlayalım ve o doğrultuda davranalım. Toplumun çekirdeği aile kurumunun bel kemiği olan kadınların bir zamanlar küçük birer kız çocuğu olduklarını unutmayalım. Bir toplum kız çocuklarına ne kadar iyi sahip çıkarsa gelecek nesillerini o kadar sağlıklı ve güçlü kılar.
Birleşmiş Milletler verilerine göre bugünün dünyasında 1.1 milyar kız çocuğu statüko ile mücadele ediyor. Dünyanın dört bir yanında eğitime ve iş gücüne katılmalarına engelleyen zorluklarla ragmen cinsiyet tanımını yeniden yapmaya çalışıyorlar. Cinsiyet ayrımcılığının küresel olarak büyüdüğü alanlarda -internet gibi- bilgiye, iletişim teknolojisine ve kaynaklarına daha zor ulaşabiliyorlar. Genç nüfusun dörtte biri, pek çoğu kız, ya işsiz ya da eğitim almıyor. Sadece bu sene 18 yaşın altında 12 milyon kız evli ve gelişmekte olan ülkelerde 15-19 yaş aralığında 21 milyon kız hamile.

Buna rağmen pes etmeyerek, ısrarla, küresel sorunları çözmek için teknoloji geliştiriyor, çevre için mücadele ediyor, şiddete karşı seslerini yükseltiyor ve siyasete katılıyorlar.

Ne yazık ki cinsiyet önyargısı çok erken yaşlarda başlıyor. Birleşmiş Milletler verisine göre kız çocukları 6 yaşına geldiklerinde erkeklerin kendilerinden daha akıllı olduğuna inanmış oluyor ve zeka içeren aktivitelerin erkeklere daha uygun olduklarını düşünüyorlar. Bu konuda ebeveynlere çok iş düşüyor. Bu cinsiyetçi bakış açısını kıralım. Kız çocuklarımıza erkek çocuklarımızla eşit şartlar tanıyalım. Hem kız hem de erkek çocuklarımızı bilinçlendirelim. Çocukluktan başlayan bir şekilde ayrımcılığa son vererek hem ailemizin hem de toplumumuzun geleceğini kurtaralım.

Kız çocuklarımızın günü kutlu olsun.

Kaynak
http://www.unwomen.org/en/news/in-focus/girl-child

Resim
https://www.india.com/buzz/international-day-of-the-girl-child-2017-5-things-you-should-know-about-the-day-of-the-girl-2526967/



9 Ekim 2018 Salı

Sonbahar, Robin, Yaşlılık

                                           

Sonbahar hep ayrı duygular uyandırır bende. Bunaltıcı sıcak yaz günlerinden güneşi dolu dolu hissetmenin keyif verdiği günlere, sonra da azar azar soğuyarak insanı gelmekte olan kışa hazırlayan mevsim, gerçek sonbahar. O yok işte Londra'da. Eylül başında açılan okulların koşturmasıyla sabah 6-7 dereceyle güne başlayıp öğleden sonra 20 dereceyi bulmak veya sabah evde kaloriferi yakıp öğleden sonra montu evde bırakmak türü var burada. Karışık biraz yani. Hem zaten duygular da karışık. Öğle bir anda kışa adapte olmak kolay değil. Daha yeni yaprakları temizleyip yaza hazırlamıştık bahçeyi, şimdi yine dökülmeye başlayan kuru yapraklarla nasıl başa çıkacağız gibi eften püften meseleler de var. Esas sorun gelen kış veya içinde bulunduğumuz sonbahar değil oysa ki, geride bırakılan yaz,  biliyorum...

Nedeni ise geride kalan yazın farklı olmasıydı sanırım. Bu yaz bol güneş, bol deniz oldu ama bir sürü kayıplar yaşandı çevremizde. Yaşları 70 civarında bir iki sevdiğim arkadaşımın babacığı vefat etti. Yazlık ortamında annem ile babamın çevresindeki aynı yaş grubunun sağlık sorunları ve bizimkilerin kendi sağlık boğuşmaları içinde iki çocuğun günlük heyecanlarını yakalamaya çalışmak bayağı yordu ve düşündürdü beni.

Yaşlanmak garip bir yolculuk gerçekten: bir taraftan yılların yaşamışlığı ve deneyimi bir taraftan özüne dönmenin kaçınılmazlığı. Annelik deneyimimde ne yaparsan yap çocuğun mizacını aşamadığın gerçeğini kabullenmiş biri olarak yaşlılık yolculuğunda da bu mizacın önemli ölçüde nasıl bir yaşlı olacağınıza ilişkin ipucu vereceğini düşünüyorum. O nedenle kendimizi bilerek mutlu olmaya yönelik olarak mizacımızı törpülemeli, hobi ve alışkanlıklarımızı o doğrultuda yoğunlaştırmalıyız bence.

Ben böyle bir yaşlı tanıyorum. Londra'daki sevgili komşumuz Robin. Maalesef bu yazın kayıplarından biri de oydu, o da göçtü gitti bu dünyadan, biz tatildeyken. Geldiğimizden bu yana evinden eşya çıkıyor. Eşya dediysem 5000 kadar kitap ve 1800’lerden kalma müzik notaları ve dünyanın dört bir yanından topladığı müzik aletleri çoğu. Geçen gün kapının önüne koymuşlar isteyen alsın diye, içim burkuldu.  Dalya daldı içine, dolu dolu gözlerle "hiçbirini bırakmak istemiyorum, onlar Robin'in" dedi. Sözünü ettiğim tarihi nota setinden almış bir set, Beethoven'ın Sonat'larını. "Tamam" dedim "onu alabilirsin, bir de kitap". Anı olsun Robin'den...

Neredeyse 8 yıldır komşumuzdu. İlk 2-3 yıl sağlığı iyiydi son yıllarda ise demans hastalığı bayağı kötülemişti. İki oğlu var, biri Amerika'da yaşıyor bir diğeri de Londra'da. Evde düzenli bakıcı desteğiyle geçirdi son aylarını. Huzurevi'ni düşünmediler Robin için çünkü piyanosu ve müziğinden ayırmak istemiyorlardı onu.  Biz en çok Amerika'daki oğlunu gördük o evde, Robin'in hayatına ilişkin tüm düzenlemeleri o yapıyordu sanki. Son günlerde ise Londra'daki oğlunu görüyoruz.  Hiç ziyaret edilmediği kadar çok ziyaret edildi Robin bu ara oğlu tarafından. Oysa keşke daha sık gelseydi hayattayken, bir çay içseydi babasıyla, güzel müziğini dinleseydi. Bana ne değil mi ama düşünmekten alamıyorum kendimi. Şimdi eşyaları boşaltıyor, bahçeyi temizletiyor, evi boyatıyor. Ya satılacak ya da kiraya verilecek gibi, görücüye çıkacak yani. Ne acı! 

Evet bir kuş uçtu gitti bu diyardan; adı Robin'di. O güzel bir yaşlıydı, her yaşlı öyle olmuyor çünkü. Kitapları, piyanosu, aryaları ve arkadaşları ile bizlere ilham veren bir yaşamı oldu. Onu yaşlılığında tanıdık ama nasıl bir gençliği olduğunu konuşuyoruz hep eşimle.Son zamanlarında oğlunun ismini hatırlayamıyordu belki ama hep piyano çaldı, unutmadığı tek şey müziğiydi.Hala çınlıyor kulağımda piyanosunun sesi. Her neredeysen cıvıltın eksilmesin Robin.
Sonbahar daha bir başka bu sene...Robin, sen ve müziğin neredesiniz?



Not:

1-Robin ilgili bu yazım da ilginizi çekebilir.

2-Bir takipçimin benimle paylaştığı demans hastalarında müziğin gücünü gösteren bu video'yu da görmenizi öneririm.