15 Aralık 2014 Pazartesi

Yıl Sonu Çılgınlığı ve Londra'da Kış Eğlenceleri

Pek çok kişi için yılın en keyifli olan Kasım-Aralık dönemi benim için özellikle Dalya okul çocuğu olduğundan bu yana pek de keyif alamadığım bir döneme dönüştü.

Londra'da kışın en karanlık ve soğuk günleri Noel'in süs ve ışıklarıyla aydınlanarak keyifli bir hale dönüşürken Dalya'nın bale gösterisi; cimnastik gösterisi; okuldaki Noel gösterisi; korosu; Noel para toplamaları; Noel hediye alışverişi; kart yazmalar;Türkiye tatiline hazırlık alışverişleri ve Ocak ayındaki Dalya'nın doğumgünü organizasyonunu yapmakla meşgul olan benim için bir an once sona ermesini istediğim bir dönem olur hep. 

Bu sene bir de Lara'nın varlığıyla daha da çetrefilli oldu günlerim. Onun uyku düzenine göre ayarlamaya çalıştığım zorunlu koşuşturmalara bir de katı gıdaya geçişi eklenince biraz daha fazla planlama gereği doğdu. İşin garibi çoğunlukla planların tutmadığı ama günün sonunda herşeye bir şekilde yetişebilmiş olmanın mutluluğu ile  sonuçlanır oldu neredeyse her günüm. Ama pes etmek yok. Ne olursa olsun keyifli Noel günlerinden faydalanmak niyetindeyim sene bitmeden. 

Geçen haftasonu o günlerden biriydi. Cumartesi günü Dalya'nın çok sevdiği bir kış faaliyeti olan buz pateni yaptık. Mekan olarak Hampton Court Palace'ı seçtik bu sefer. Sorularıyla baş ağrısı yarattığı ve bir aksaklık olup da geçekleşemeyince feci bir hayal kırıklığı yaşadığı için son ana kadar ona söylemedik planımızı. Bu süprizden çok mutlu oldu tabii. Ben bu sefer Lara'yla yapışık durumda olduğum için kaymadım. Zaten çok iyi kaydığım da söylenemez ama deniyorum ve de çok eğleniyorum. Her defasında bir yerlerimi kırmadan atlattığım için de şükrediyorum. Koşuşturmalardan sıyrılarak kışın güzelliklerinden az da olsa faydalanmak çok iyi geldi, size de tavsiye ederim.

Ailece yapılacak bu keyifli faaliyet için Londra'daki sevdiğim mekanlardan size kısaca bahsetmek istiyorum:


Doğal Tarih Müzesi Buz Pisti  (Natural History Museum Ice Rink)

Şehrin merkezinde en sevdiğimiz müzelerden olan  Doğal Tarih Müzesi'ni arkasına alarak, ışıklarla süslü ağaçların ve görkemli Noel ağacının süslediği Doğal Tarih Müzesi buz pisti Londra'nın en büyüleyici buz pisti bence. 1000 metrekare büyüklükte olan ana pist, çocuklar için daha tenha küçük bir pist ile birleşiyor. Çocuk pistinde minik penguenler kiralamak mümkün, bu sayede destekle kaymayı öğrenebiliyor çocuklar. 2014'de 10. yılını kutlayan buz pistinin hemen yanında bir atlıkarınca bulunuyor. Ayrıca buz pistine bakan sıcacık bir  kafesi var.

Londra'da ilk kaydığımız yer olan Doğal Tarih Müzesi pistini ben çok seviyorum ancak bir kötü yanı çok turistik ve merkezi konumundan dolayı çok kalabalık. O nedenle iyi kaydığınızı düşünüyorsanız bu pistte kayın derim çünkü kalabalıktan ve kayanların hızından kendi halinde yavaş yavaş kaymak pek mümkün olmuyor.

Adres: National History Museum, Cromwell Road, SW7 5BD
Açık olduğu tarihler: 3 Aralık - 4 Ocak

     
Hyde Park Kış Harikalar Diyarı (Hyde Park Winter Wonderland)

Hyde Park her sene ışıltılı Noel kutlamasına ev sahipliği yapar. Çocuklar için kaydırak, salıncak, atlıkarınca, sirk gibi eski panayırların tadında bir sürü eğlencenin olduğu bu büyük organizasyonda aynı zamanda puz pisti de yer alıyor. Burası Büyük Britanya'daki en büyük dış mekan buz pisti olarak biliniyor ve 100.000 ışıkla aydınlanıyor.
Dalya küçükken hemen hemen her sene gidiyorduk Hyde Park'ın kış eğlencesine. Buz pistinde ben kaymadım ama çok hoş bir ortamı var. Tek eksisi turistik ve çok rağbet olması, o nedenle  çok kalabalık. Bu nedenlerle benzer eğlenceleri yaşadığımız yerde de buluyor olduğumuzdan son dönemde gitmez olduk Hyde Park'a. Buz pisti için olmasa bile, Noel eğlencesi için bir harikalar diyarına çevrilmiş olan Hyde Park bu dönemde mutlaka görülmeli.

Adres: Hyde Park
Açık olduğu tarihler : 3 Aralık - 4 Ocak

Hampton Court Sarayı Buz Pisti (Hampton Court Palace Ice Rink )

Henry VIII'nin 16. yüzyıldan kalma sarayının resim gibi bir arka fon oluşturduğu 900 metrekarelik buz pisti çok sanatsal;özellikle karanlıkta ışıkları yandıktan sonra. Doğal Tarih Müzesi'nden sonra en etkileyici buz pisti bence. Ayrıca kendine çok güvenmeyen kayakçılar öğretmen eşliğinde kayabiliyorlar veya genç kayakçılar ders alabiliyor önceden yer ayırtma şartıyla. Çocuklar için minik penguenlerden burada da var. Yaşadığımız yere yakın oluşu Hampton Court Sarayı'nı bize çok cazip hale getiriyor. Büyüleyici mekanı ve sıçak çikolata ve sıcak şarap ile ısınıp soğuğun keyfini çıkarmak için ideal olan kafesi ile kışın keyfinin çıkarıldığı daha iyi bir yer olamaz sanırım.

Adres: Hampton Court Palace East Molesey, Surrey, KT8 9AU
Açık olduğu tarihler : 3 Aralık - 4 Ocak




Canary Wharf Buz Pisti (Canary Wharf Ice Rink)

Şehrin finans merkezi olan bir diğer ucundaki Canary Wharf'ın buz pistiyle tanışmamız eşimin iş yerinin orada olmasından kaynaklanıyor. Buz pistinin çok tenha olduğunu söyleyince bir deneyelim demiştik ve çok memnun kaldık. Kalabalık ve hız yok bu pistte, yeni öğrenenler veya çocuklar için ideal.
Ayrıca Canary Wharf’ın gökdelenleri bu puz pistine çok farklı bir mekan oluşturuyor. Pistte oluşturulan bir patikadan geçmek zorunda olan kayakçılar zorunlu olarak ışıltılı ağaçlar arasında hoş bir gezinti yapıyorlar. Yakındaki restoranda kış kokteyleri, sıcak çikolata ve lezzetli yemeklerden faydalanmak da mümkün.

Adres: Canada Square Park
Açık olduğu tarihler : 3 Aralık - 27 Şubat

Kendi deneyimlerimizden yola çıkarak Londra'da kışın keyfini yaşamanın birkaç yolunu sizinle paylaşmaya çalıştım. Pazar günü yaptığımız diğer keyifli faaliyeti de başka yazıma saklıyorum...

8 Aralık 2014 Pazartesi

Ben, Kendim ve Sadece Anneyim...



Bu aralar yine bir "özlem" ruh hali içindeyim. Tuba'yı özlüyorum,  yani kendimi, ama daha çok anne olmadan önceki, ilgilerimin kaygılarımın kendime dönük olduğu, halimi. Çok uzun süredir başbaşa kalamadım onunla.  Bölünmeden bir kitap okuyamadım, sinemaya gidemedim, bir haftasonu oturup sevdiğim bir dizinin tüm bölümlerini  izleyemedim, alıp başımı uzun uzun yürüyemedim, sevdiğim bir lezzet için kilometrelerce uzağa gidemedim, bilmediğim yeni bir şehri gezemedim, dar sokaklarını bilinmeyenlerini keşfedemedim, müze-galeri göremedim, gece geç saatlere kadar kendi eğlencem için uyanık kalamadım, öğlene kadar uyuyamadım, günlerce eve kapanıp sadece okuyamadım, canım hiçbir şey yapmak istemiyor diyerek bir şey yapmadan geçiremedim günlerimi. O günler çok uzakta sanki.


Evet, anne olalı beri bu tür bir hayat uzak bana. Oysa Dalya büyüdükten sonra ve Lara doğmadan önce hepsi olamasada o keyiflerin bir kısmını yeniden yaşatmıştım kendime. Eski tadı alamasam da. Çünkü eski Tuba değilim ben artık; yaptığım her şeyden sonra koşa koşa eve gelen ve evdeki güzelliğin varlığına teşekkür eden bir anneyim ben.  Üstelik yepyeni keyifler eklendi anne olarak hayatıma. Eskiden tek başıma veya daha sonra eşimle yapmayı sevdiğimiz pek çok şeye artık Dalya'yı da dahil edebilmek çok hoş.

Ben yine de ara ara o umarsız günlerimi özleye durayım, şimdi bir de sadece Dalya'nın annesi olduğum günleri özlemek eklendi bunlara. Nostaljiyi seviyorum galiba. Sadece Dalya'nın annesi olarak : Dalya'nın kitaplarında kaybolmayı, birlikte film izleyerek onun heyecanını yaşamayı, beraber albüm bakıp, uzun uzun oyun oynamayı,  keman çalışmayı, hepsini özledim. Çünkü ben bir süredir Lara bebeğin de annesiyim. Onun değişen ihtiyaçlarına ayak uydurmaya çalışmak bütün günümü alıyor.  Eskisi kadar ağlamasa da, artık gazı çok azalmış olsa da, uyanan duyularıyla daha oyuncu, gezmek incelemek isteyen, diş çıkarma sürecinde oluşundan dolayı daha huzursuz ve de katı gıdaya başlamasıyla farklı lezzetleri denemek isteyen bir bebeğim var artık. Durum bu olunca yalnızken tüm vaktimi alan Lara, Dalya ile beraberken de ilginin çoğunun onda olmasına neden oluyor. Eskiden anne-kız yaptığımız pek çok şeyi yine yapıyoruz ama araya bir Lara'yı uyutma, alt değiştirme, doyurma molası giriyor ve eskisi gibi olamıyor. Böylelikle Ocak ayında 8 yaşında olacak kocaman küçük kızım Dalya ile yapacaklarımızın listesi sürekli uzuyor, tamamlayamadığımız oyunlar birikiyor, yarın yaparız sözlerimize her gün bir yenisi daha ekleniyor. 

Bir de Lara'nın annesi Tuba var tabi. Onu henüz özlemiyorum, çünkü dolu dolu yaşıyorum. İnce ince bir sürü uğraşının içinde kimi zaman bana Dalya'nın bebekliğini hatırlatan kimi zaman da Larayla bir ilk olan bir sürü an. Doğadaki her hareketin kendisi için olduğunu düşünen, tepki veren, gülen, eğlenen bir dolu Lara. Bizler için hayli sıradan olan bir dizi şeyin -yaprakların uçuşu, güneşin nesnelere yansıması, ağaçların rüzgarda dallarını oynatması, gölgeler, yanıp sönen ışıklar, soğuğu ve sıcağı yüzünde hissetmek- onu nasıl meşgul ettiğini görmek ve tekrar onunla keşfetmek basiti, sadeyi, mucizeyi.  Sonra anneyi gözden kaybedince ağlaması, göz göze her gelişimizdeki sıcacık gülüşü ve anneye duyulan o sonsuz güven. İşte bunlar Laralı anlar.

Böyle bir düzende yine de ara ara  kendine dönük ilgi ve kaygılara odaklı Tuba gelse de aklıma,  özlesem de onu, biliyorum ki beni yepyeni birine dönüştüren "anne Tuba" hepsini barındırıyor içinde. Biliyorum ki eski zevklerim, sevdiklerim hala orada,  sadece şimdilik rotaları değişti, çeşitlendi, renklendi. Gelecekte yine kendimce seçebileceğim yolumu, kendi kendime, kendi rengimde. Ama şu an sadece anne olarak, bıraktım kendimi kızlarımın rüzgarına, varsın götürsünler beni tekrar çocukluğuma. Tek farkı anneyim bu sefer ben, sadece anne...






1 Aralık 2014 Pazartesi

Down Sendromu Tespitinde Önemli Bir Adım : Harmony Test





İlk çocuğum Türkiye’de doğdu, ikincisi ise İngiltere’de. İlki İstanbul'da 5 yıldızlı oteli aratmayacak bir hastanede dünyaya geldi, ikincisi ise Londra’da sıradan bir devlet hastanesinde. İlk hamileliğimi çok gergin geçirmiş,  önerilen her ultrason taramasına girmiş (neredeyse 3 haftada 1), her kan testini yaptırmıştım. Oysa ikinci hamileliğim en baştan beri aile hekimi ve tüm NHS (devlet sağlık sistemi) ekibinin gösterdiği rahatlık ile daha az ultrasound’lu, daha az testli ve doktor kontrollü geçti.

İngiltere'de doğuma çok doğal bir süreç olarak yaklaşılıyor ve olabilecek komplikasyonlar çok doğal karşılanıyor.  Türkiye’deki super kontrollü ilk deneyimimden sonra ikincide, sistemin tüm  rahatlığına inat, bu sefer ben her şeyi kontrol altında tutmaya çalışarak oluşabilecek hata payını azaltmak istiyordum. Bu nedenle sağlık ekibinin rahatlığı beni hayretlere düşürüyor, bir o kadar da rahatsız ediyordu. Kaygılarımda ilk doğumumu İngiltere'de yapmamış olmam ve hangi doctor, hangi hastane gibi bir sürü bilinmeyenin de olmasının etkisi büyüktü sanırım. Hamileliğim boyunca "doğrusu bu değil, kesin bir şey ihmal ediliyor, hem ben artık 40’ını aşmış bir hamileyim biraz daha özenli olmalılar” diye söylendiysem de, onların tüm bu rahatlığıyla daha az doktor ziyaretli, daha az ultrasound’lu, biraz kendi kendine bırakılmış rahat bir hamilelik geçirdim diyebilirim.

Ancak  bunda hamileliğimin 12. haftasında yaptırmış olduğum yeni bir testin de etkisi büyük. Harmony Test olarak bilinen bu test annenin kolundan alınan kanla bebeğin ‘Down Sendromu’ riski taşıyıp taşımadığının tespit edildiği çok yeni bir yöntem. Aynı kandan bebeğin cinsiyeti de öğreniliyor. Dünyada sadece birkaç ülkede yapılıyor bu test ve İngiltere bunlardan biri.  Ben Harmony Test sayesinde 14 haftalık hamileyken bebeğimin  cinsiyetini ve ‘Down Sendromu’ riski taşımadığını öğrendim.

Peki ne bu Harmony Test?

Harmony, MaterniT21, Verifi ve Panorama şeklinde farklı isimlerle pazarlanan bu test, anne karnındaki bebeğin hayatını riske atmadan, ceninin DNA’larını inceliyor. Hamilelik sırasında anne kanının % 3-13'ünü oluşturan ve doğum sonrasında hemen yok olan cenin DNA'sı incelenerek Trisomy 21 (Down sendromu), Trisomy 18 (Edwards sendromu) veya Trisomy 13 (Patau sendromu) gibi kromozom bozukluğu riskinin ne kadar yüksek veya düşük olduğunu analiz ediyor.

Harmony Test.3King’s College Hospital ve University College Hospital tarafından yürütülen ve "Ultrasound in Obstetrics and Gynecology" dergisinde yayınlanmış olan Harmony Test araştırması bir araştırma ve eğitim kurumu olan Fetal Medicine Fon'u tarafından finanse edilmiş. Hamilelere ultrason taraması yapan özel bir klinik olan, benim de testimi yapan, Fetal Medicine Center tüm gelirini bu kuruma bağışlayarak düzenli olarak fonluyor.

İngiltere’de mevcut düzende her hamile kadına ilk trimesterde ‘Down Sendromu’ taraması sunuluyor. Söz konusu tarama birleşmiş test (combined test) olarak da adlandırılıyor. Ceninin ense arkasındaki yumuşak bölümün kalınlığını ölçmek amaçlı bir ultrasound taraması ve annenin kanındaki proteinin ölçüldüğü bir kan testinden oluşan testin sonuçları annenin yaşı ile birlikte ceninin Down Sendromundan etkilenme riskini ölçmek için kullanılıyor. Söz konusu birleşik test riskinin 90%'ını yakalıyor. Bu test bazen de Trisomy 13 ve 18’i de ortaya çıkarabildiği gibi  Turner, Klinefelter ve Triple Sendromu gibi cinsiyet kromozomu bozukluklarını da yakalayabiliyor.

Test sonuçları yüksek riskli çıkan hamilelere ceninin ‘Down Sendrom’lu olup olmadığını saptamak için tanı testi öneriliyor.  Tanı testi ise plasenta veya fetusu çevreleyen sıvıdan hücre toplama işlemi olan ve tıbbi müdahele içeren CVS (Chorionic Villus Sampling)  (Koriyonik villus örneklemesi) veya amniyosentez. Ancak hamileliğin daha sonraki aşamalarında yapılabilen her iki müdahaleden kesin sonuç alınsa da (CVS 10-12 hafta, amniyosentez 15-20 hafta arasında) her ikisi de küçük de olsa düşük riski taşıyor (%1'den daha az).

Harmony Test.2

Üstelik tarama testi sonucunda Down Sendromu yüksek riskli olarak belirlenen her fetusta kesin Down Sendromu var demek de mümkün değil. Down Sendromlu olmadıkları halde tarama testinde yüksek riskli olarak belirlenen hamile oranı %5, yani hata payı. İşte araştırmacıları Harmony Test'e yönlendiren asıl neden de bu. Yani hata payını düşürerek hamilelere uygulanan gereksiz tıbbi müdahale oranlarını azaltmak ve sonrasında ortaya çıkan düşük riskine engel olmak.

1005 kadın üzerinde deneme yapan araştırmacılar bu test ile yanılma payının 0.1% gibi daha az bir oran olduğunu buldular. Bu da daha az hamileliğin gereksiz tıbbi müdahaleye tabi olacağını gösteriyor. Ancak araştırma sonucunda kadınların 2% gibi bir oranında bu yeni testin sonucunun alınamadığı görülüyor bu da eski usul testlerin yapılmaya devam edilmesi gerekliliğini ortaya çıkarıyor. Araştırma hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyenler link’e göz atabilir.

Sonuçlar umut verici ancak bulgular daha büyük kitlelerde test edilmedikçe İngiltere’de  ulusal tarama prosedürlerinde bir değişim yapılmayacağı kesin.



Kimler Harmony Test yaptırabilir?

Harmony Test.4Harmony Testi 10-32 hafta aralığında tekil veya ikiz canlı hamileliği olan kadınlara uygulanabiliyor.

Sonuçlar Ne Zaman Alınıyor? 

Sonuçlar genelde iki hafta içinde alınıyor. 5% gibi bir oranda teknik sorunlardan dolayı sonuç alınamadığı görülmüş. Bu durumda testi ücretsiz olarak tekrarlama şansınız var ve % 50 ihtimalle sonuç alınıyor.

Sonuçlar Neyi Gösteriyor?

Harmony Testi sonucu Trisomy 21, 18 or 13 riskinin düşük veya yüksek olduğunu söylüyor. Eğer sonuç düşük risk çıktıysa (10.000’de 1) bu rahatsızlıklardan birinin olma riski hayli az. Sonucun yüksek çıkması durumunda ise söz konusu anomalitenin kesin olup olmadığını anlamak için CVS veya amniyosentez yaptırılması öneriliyor.

Başka Teste İhtiyaç Var mı?

Harmony Test nadir görünen kromozom bozuklukları hakkında bilgi vermiyor. 11-13 hafta arasında yapılan ultrason taraması bu konuda bir bozukluk gösterirse omfalaosel (exomphalos), holoprozensefali (holoprosencephaly), kalp anomalitesi gibi nadir görülen kromozom sorunlarının riski yüksek olabilir. Bu gibi durumlarda CVS veya amniyosentez yaptırma kararı alınabilir.

Harmony testi fiziksel bozukluklara ilişkin de bilgi vermiyor, kalp ve beyin anomalitesi, spina bifida veya cenin gelişimi gibi. O nedenle 11-13 ve 20-22 haftalık iken ultrason taraması yaptırıp cenin anatomisine , 20-22 hafta arasında ise cenin büyümesine baktırmak gerekmektedir.

Harmony Test'in maliyeti nedir?

Testin maliyeti 400 pound. Ancak hamilelik haftasına göre farklı kontrolleri içerir bir şekilde farklı  paketler var. Farklı paketlere farklı fiyatlama uygulanıyor. Test sonucu bebeğin Trisomy 21,18 veya 13'ün birinden etkilendiği gösterirse CVS ve amniyosentez ücretsiz yapılıyor.

Benim Harmony Test Deneyimim

Hamileliğimin 11. haftasında kan resti ve ultrasound taraması ile uygulanan Down Sendromu test sonuçlarının düşük riskli çıkması beni rahatlatmaya yetmemişti. Test sonucum düşük çıktığı için, doğal olarak, Down Sendromundan etkilenmesi yüksek riskli bulunan annelere önerilen CVS ve amniyosentez bana önerilmedi. Yine de 40 yaşını aştığım için huzursuzluğumdan dolayı isteğim doğrultusunda bana CVS önerdiler. Ancak hastane ekibinin CVS yaptırmak istememi hayretler içinde karşılayan bakışları her iki prosedürü de detaylı olarak araştırmaya yöneltti beni. Araştırmam sonucunda her ikisinin de riskli olduğuna kanaat getirerek yaptırmamaya karar verdim. Sonrasında da beni rahatlatacak ama daha az risk içeren bir yöntem arayışına girdim ve böylelikle Harmony Test’i buldum. Bu sayede hem CVS ve amniyosentez gibi sıkıntılı bir tıbbi müdahaleden kurtuldum hem de her iki prosedürün de içerdiği düşük riskini ortadan kaldırmış oldum.

Bebeğe ilişkin tüm kromozom ve gelişim sorunlarını CVS ve amniyosentez oranında tespit edemese de, sık rastlanan kromozom bozukluğu olan Down Sendromu riski tespitinde oldukça güvenilir olan Harmony Test, biraz maliyetli olsa da  birçok hamile kadına CVS veya amniyosentez dışında bir alternatif oluşturuyor. Ben de o kadınlardan biriyim.

*Yukarıdaki yazı kendi araştırmalarım ve tecrübem baz alınarak hazırlanmıştır. Uzmanlık isteyen bilgilerde uzman doktora danışılması gerekmektedir.



Kaynak






Not: Bu yazı 01.12.2014 tarhinde Alternatif Anne’de yayınlanmıştır. http://alternatifanne.com/down-sendromu-tespitinde-onemli-bir-adim-harmony-test/

17 Kasım 2014 Pazartesi

Kuş Robin, Komşu Robin



Britanya’da robin olarak bilinen sinekçil bir kuş var. Göğüs kısmı turuncu, başı çizgili gri,  üst tarafları kahverengi, karın kısmı beyaz olan ve 12.5-14cm büyüklüğünde, boyut olarak bizim serçeyi andıran, robin Britanya kültüründe çok seviliyor. O kadar ki neredeyse 40 senedir ulusal kuş olarak seçiliyor. Kıta Avrupası’nda insanlar tarafından avlanan bu kuş cinsine Britanya'da, hem bahçe dostu olarak bilindiğinden hem de farklı folklorik nedenlerden dolayı, zarar verilmiyor aksine korunup kollanıyor. Bu nedenden olsa gerek insanlardan korkmayan, çok yakınına kadar gelen, robini bahçesinde görmek çok mutluluk veriyor insana. Öyle ki sürekli gelsin, hep gelsin de, o ince narin ama atik tavırlarıyla, o güzel renk harmanlı zarafetini izleyebilelim diye suyunu ve yemini eksik etmiyor insan. Bir de şarkı söylüyor robinler; diğer kuşlardan farklı olarak tüm sene cıvıltısını, müziğini sürdürüyorlar.
Bahçemize ara ara gelip giden robinler bize de mutluluk verir hep, hem de çok. Dalya hiç kaçırmaz onları. Ancak ben size şimdi başka bir robinden söz etmek istiyorum. Kuş robin gibi sürekli şarkı söyleyen, aynı onun gibi insan gördü mü yanına gelen, özellikle çocukları çok seven komşumuz Robin. 

90 küsur yaşlarında olan Robin 4.5 yaşında piyano çalmayı öğrenmiş. “Okumaya da o zaman başlamıştım, ikisini bir arada öğrendim” demişti bana bir kere. “Evde herkes piyano çalıyordu, seçme şansım yoktu” diye de eklemişti ardından. Şu an hala çocukluğundaki piyanoyu çalan Robin müziğiyle bizim evi de şenlendiriyor. Üstelilk sadece piyano ile değil kendi sesiyle de; ara ara söylediği aryalarla hayatımıza renk katıyor.

İkinci dünya savaşı sırasında Cambridge Üniversitesi'nde tıp eğitimini tamamlayan Robin, müziğe ilgisini orada da devam ettirerek aynı zamanda müzik eğitimi de almış. İki sene üst üste üniversitenin Noel korosunda solo yapmaya hak kazanmış. Hem doktor hem müzisyen olan Robin, işini de iki ilgi alanını birleştirecek bir şekilde seçmiş ve psikolojik sorunları olan çocuklar üzerinde müzikle terapi üzerine yoğunlaşmış.
Hayatında artık kitaplar ve müzik dışında pek birşey yok gibi görünse de, aslında Robin’in çok dolu bir yaşamı var. İnsan, çocuk, hayvan, doğa sever biri çünkü. Dostları çok; gelen gideni bitmiyor. Ayrıca yağmur yağdığında dışarı çıkıp ıslanmaktan çekinmeyecek, hala üşünülecek serinlikte olan güzel bir bahar gününde incecik giyinip temiz havayı solumak için kendini yollara atmaktan üşenmeyecek, dışarıdan bir çocuk sesi duyduğunda hemen penceresini açacak yoğunlukta bir yaşama sevinci var.
Evi de kendisi gibi ayrı bir hazine. Dalya'nın keman çaldığını öğrenmesi ile Dalya’yı sayısız kere birlikte müzik yapmak için evine davet etti. Biz de gittik bir iki kere. Dünyanın dört bir yanından toplanmış müzik aletleri ve hemen her konuda kitabı içeren kütüphanesi inanılmaz. Onu her ziyaret ettiğimizde çaldığı müziği mi dinleyeyim, ilk defa gördüğüm bir müzik aletini mi deneyeyim yoksa ilgimi çeken bir kitaba mı göz atayım? Ne yapacağımı şaşırıyorum anlayacağınız. Zaten Dalya da kemanıyla Robinle düet yapmaktan daha çok diğer ilginç müzik aletleri ile onun uçuşan parmaklarıyla yaptığı müziğe eşlik etmeyi tercih ediyor.

Robin'le ilgili herşey çok hoş olsa da üzücü bir durum da var; o bir Alzheimer hastası. Her geçen gün daha da fazla unutuyor. Daha önce pek çok kere birlikte müzik yaptığı Dalya’ya herhangi bir müzik aleti çalıp çalmadığını soruyor? Lara'nın doğduğunu niye ona söylemediğimizi soruyor? Oğlunun mesleğinin ne olduğunu hatırlamıyor. Ama ne müziği unutuyor, ne piyano çalmayı, ne şarkı söylemeyi, ne de yaşama sevincini. Her sabah aryalarla uyanıyor, yoga yapıyor, saatlerce piyano çalıyor, değişen mevsimi izliyor ve hayattan keyif almaya devam ediyor -en azından şimdilik.

Robin’i tanımak, onunla komşu olmak bizim için çok büyük bir zevk. İhtiyarlanmadan yaşlanmanın kanıtı bir şekilde her gününü bir çocuk heyecanıyla yaşayan sevgili komşumuz hayatımıza renk katıyor. Aynı ismini aldığı minik kuş gibi varlığıyla bizi mutlu ediyor. Hepinizin hayatında bir Robin olması dileğiyle… Sevgilerimle...
Kaynak
http://en.wikipedia.org/wiki/European_robin
http://www.onekind.org/be_inspired/animals_a_z/robin_european/


6 Kasım 2014 Perşembe

Sevgili Zürafa Sophie




Size bugün çocuk dünyasında fazlaca bilinen zürafa Sophie’nin hikayesini anlatmak istiyorum.

Küçük zürafa Sophie 25 Mayıs 1961’de Paris yakınlarında Azize Sophie (Saint Sophie) gününde doğdu. O zamanlar oyuncak hayvanlar sadece çiftlik hayvanları veya evcil ev hayvanlarından yapılıyordu.
Kauçuk ağacının suyunu oyuncak yapımında kullanmakta uzman olan Mösyö Rampeau bir gün zürafa bir oyuncak tasarlamaya karar verdi. Ölçüsü, şekli bir bebek eli için ideal düşünülen bu tür bir egzotik vahşi hayvan, oyuncak  piyasasında bir ilk olacaktı. Böylelikle o günkü görünümü bugünkünün aynısı olan zürafa Sophie üretilmeye başlandı. Büyük başarı elde eden Sophie çok sevildi. Ağızdan ağıza hızla yayılarak bebeklerin olmazsa olmazları arasında yer aldı.

Fransa’da ulusal bir ikon haline gelen Sophie  o kadar populerki 2010 yılında 796.000 bebek doğmuş ama 816.000 adet satılmış. Sophie Amerika’da da çok seviliyor. California Amazon’da ilk satışa sunulduğunda en iyi satan bebek oyuncağı olmuş.
2009’da Sophie Amerikan Oyuncak Perakende Kurumu (American Specialty Toy Retailing Association) tarafından yılın ürünü ödülünü alan Sophie’yi yapan şirket Vulli, bu oyuncağın nasıl yapıldığını hala sır gibi saklıyor ve onu hala, geleneksel bir şekilde, 14 el işlemi ile imal etmeye devam ediyor.

Peki Sophie'yi bu kadar özel kılan ne?

Sophie bebeğin 5 duyusunu hareket geçiren bir sürü keşif ve aktivite ile dolu.
Görme: Üzerindeki zıtlık içeren koyu renkli noktalar görsel uyanış sağlıyor ve bebeğin oyuncağını ayırt etmesine  neden oluyor böylelikle Sophie kısa zamanda  tanıdık ve rahatlatan bir nesne halini alıyor.

Duyma: Karnına bastıkça çıkardığı ses bebeği eğlendiriyor ve duyusunu geliştirdikçe onun neden sonuç ilgisini kurmasını sağlıyor.
Tat Alma: Çok esnek ve ısırıp çiğnemek için kulak boynuz ve bacaklar gibi bir parçaları var. Diş çıkaran bebeğin diş etleri için çok rahatlatıcı ve tamamıyla güvenli. Yüzde yüz doğal kauçuktan yapılmış ve sadece gıda boyası içeriyor.

Dokunma: Bebeğin küçük elleri için ideal.Çok hafif, uzun bacakları ve boynu çok kolay kavranıyor.  Aynı anne gibi  çok yumuşak, o nedenle psikolojik  ve duygusal rahatlatma uyandııryor bebekte.
Koku: Doğal kauçuk kokusu bebeğin diğer oyuncakları arasında rahatlıkla tanınmasını kolaylaştırıyor.  
Şimdi gelelim Sophie ile Lara’nın tanışmasına. Sophie'yi ilk kızım doğduğunda bilmiyorduk. Daha sonraları kuzenimin kızında, sonra da yeğenimde gördüm Sophie’yi. Hakkında çok güzel şeyler duyduğum minik zürafadan Lara’nın doğumuna hazırlanırken edindim bir tane. Bir an önce Lara’nın duyularının açılmasını bekliyor ve bu oyuncağın mucizesini kendi gözlerimle görmek istiyordum.


Lara 2 aylıkken verdim eline Sophie’yi. Ve gözlerime inanamadım. Uzun boynu ve bacakları ile Lara’nın rahatlıkla eliyle kavrayabildiği kocaman kara gözlü zürafa  ve Lara birbirlerine bakıyorlardı. Lara, Sophie’yi evirip çeviriyor ve üstündeki kara lekelere bir bir gözden geçiriyordu.O tarihten itibaren Lara’yı oyalamak istediğimde Sophie'den çok faydalandım. Özellikle 4. aydan sonra diş kaşıntısının başlamasıyla birlikte Sophie daha da bir önem kazandı hayatımızda. Uzun kulakları, boynuzları ve bacakları, kaşınan diş etleri için super bir kaşıyıcı oldu Lara'nın. Karnına bastırıldığında çıkardığı sesi uzaktan bile tanıyan Lara, Sophie’yi eliyle kavrayıp olmayan dişleriyle kulaklarını boynuzlarını bir güzel kemiriyor ve geçici de olsa biraz rahatlamış oluyor. Şimdi neredeyse 6 aylık olan Lara’nın artan diş çıkarma sıkıntılarında neredeyse başucu oyuncağımız oldu Sophie. Doğal kauçuktan yapılmış olduğu için ısırıp kemirmesi herhangi bir endişe yaratmıyor tabi.
İlk kızımda kaçırmış olduğum zürafa Sophie’nin mucizelerini ikincide yakaladığım ve minik Lara'yı Sophie ile tanıştırdığım için çok mutluyum. Biz Sophie'yi çok sevdik. Eminim siz de seversiniz
  
Kaynak

http://en.wikipedia.org/wiki/Sophie_the_Giraffe
http://www.amazon.co.uk/Sophie-Giraffe-Original-Teether-Blister/dp/B000SOG7BY/ref=sr_1_1?ie=UTF8&qid=1415183965&sr=8-1&keywords=sophie+the+giraffe
 


20 Ekim 2014 Pazartesi

İyi ki Doğdum Ben!


Her sonbahar havalar soğur, yapraklar kızarır, dökülür, herkeste tuhaf bir melankoli başlar. Yaz bitmiştir, okullar başlamış, rutin hayata dönülmüştür çünkü. Oysa bende durum farklıdır. Her sonbahar beni bir heyecan alır. Nedeni ise 1 yaş daha büyümemdir.

Yine bir sonbahar yaşıyoruz ve bir yaşa veda edip yenisini kutlama zamanı geldi. Geçen sene bir sürü belirsizlik ama yepyeni heyecanla girmiştim yeni yaşıma. Neredeyse koca bir yılı dünyaya gelmeye aday olan yeni bir canı taşıyarak geçirdim; geri kalanını da yeni hayatıma uyum sağlamakla. Şimdi ise çok daha yoğunum. Her günüm koşuşturma içinde 5 aylık minik Lara'yı -doyur, altını değiştir, uyut- döngüsü içinde büyütmeye çalışıp diğer 'daha büyük' miniğe -yani Dalya'ya- hayatta rehberlik etmeye devam ederken aynı zamanda ikisinin kardeşliği öğrenmelerine şahitlik ederek geçiyor. Tek düze ve yorucu olmasına rağmen annelik dışında hangi iş bu denli tatmin edici olabilir bilmiyorum. Tüketici ama bir o kadar insanı yenileyen, bir yandan büyütürken öte yandan gençleştiren başka bir iş varsa lütfen söyleyin kızları büyüttükten sonra ben de o işi yapayım. 

Evet yeni bir yaş daha kutluyorum. Ağaran saçlar, artan çizgiler engel olamaz bu büyük kutlamaya. Sağlıkla ulaşılan her yeni yaş kutlamaya değer çünkü. Kutlamaktan maksadım çılgın bir parti değil elbette, şu şartlarda ancak emziren anneler partisine katılabilirim. Ancak bir sonraki yıl alacağım olsun, büyük bir kutlama yapacağım.

O nedenle bugün sadece şunu söyleyebilirim kendime: iyi ki doğdum ben, doğum günüm kutlu olsun, nice sağlıklı, mutlu günlerim olsun. Binlerce şükür yaşanılan her ana... Sevgilerimle...

8 Eylül 2014 Pazartesi

Sizin Evde de İki Farklı Anne Var mı?




Değişim kaçınılmaz. Her şey gibi insan da sürekli değişiyor ve seneler geçtikçe bu değişim daha da artıyor. Ben bu değişimi yaşadım ve hala yaşıyorum. Düşünce ve duygularım yıllar içinde pek çok konuda değişti. Daha önceleri de aklıma takılan bu değişim, anne olup da bir insanı dünyaya getirip hayatını oluşturmanın ne kadar ciddi bir olay olduğunu anladıktan sonra daha da düşündürür oldu beni. Bir de ikinci bir çocuk sahibi olma yoluna girince farklı bir boyut kazandı bu düşünce.

Nasıl bir anne olacaktım ikinci çocuğuma? İki çocuk arasına 7 yıl gibi uzun bir zaman girince bu süre içinde bendeki değişimden dolayı anneliğim daha farklı olacaktı mutlaka. Aradaki zaman farkı ve değişim evde iki farklı anne mi yaratacaktı? Hayatında adalet ve eşitlik ilkesine hayli kafa yoran biri olarak iki çocuk arasında bu dengeyi nasıl sağlayacağım düşüncesi aldı beni bu seferde.

Oysa ikinci çocuğum doğduğunda hissettiğim, bildiğim sularda ama farklı akıntıyla yüzdüğümdü. Farklı akıntı bendeki değişimi ve bu defa yaşanan farklılıkları; bildiğim sular ise artık tanıdık olduğum annelik hissi ve fark etmeden edindiğim tecrübeydi benim için. Ve gördüm ki önceleri beni korkutan iki çocuk arasındaki bendeki değişim, henüz neredeyse 4 aylık bir tecrübeye dayanıyor olsa bile, aile hayatımızı hem kolaylaştırdı hem de mutlu kıldı. Değişmişim… Evet… Ama bu değişim iki çocuklu hayatın lehine gelişmiş. O nedenle daha mutlu bir anneye dönüştüm sanki, daha bilir durumdayım ne yaptığımı. Öyle ki bana yol gösteren, hata yaptığımda uyaran ikinci bir anne var evde sanki. Zaman farkı ve zaman içindeki değişim bize iyi gelmiş, belli.

Peki neymiş bu bize iyi gelen değişiklikler? İki dönemi kıyasladığımda bazılarını şöyle sıralayabilirim:

Her Şey Geçiyor

Kendi doğurduğun, çok sevdiğin bir canlı için olsa bile çok büyük özveriler gerektiriyor annelik. Hem fiziksel hem de ruhsal zorluklar bekliyor anneyi. İlk çocukta bana ağır gelen pek çok sıkıntı, bu defa nasılsa geçeceğini bildiğim için ilkinde olduğu kadar ağır gelmiyor. Bir süre sonra geçeceğini biliyorum çünkü. Bu da genel bir rahatlık getiriyor beraberinde.

Acemi Anne Değilim Artık

İlk çocukta en basit şeylerde ne yapacağını bilmemek ciddi bir bocalama yaşatıyor insana. Söz gelimi ilk kızımın ateşi ilk kez yükseldiğinde şaşkınlık ve  üzüntüden dünyam yıkılmıştı ve paniklemiştim oysa ikinci kızım daha hastaneden çıkmadan ilk ateşini yaşadı, antibiyotik kullandı ve ben bu durumu çok normal karşıladım.

Daha Sakin Bir Anne Oldum

Büyük kızım çok ağlayan bir bebekti. Onun ağlaması beni çok endişelendiriyor, her ağladığında onu susturmak için korkunç bir çaba sarf ediyordum. Oysa ikinci kızım da çok ağlıyor ancak ben ağlamalarını daha ilk günlerden beri çok dert etmemeye çalışıyorum ve her ağladığında kucağıma almıyorum çünkü “her bebek ağlar”, biliyorum…

Eski Yöntemlere Kulak Tıkamıyorum, Modern ve Geleneksel Aklıma Yatan Tüm Yöntemleri Kucaklıyorum

Halk dilindeki kırk günün tıp dilindeki altı haftaya eşit olduğunu fark ettiğim günden beri geleneksel ve modernin bir arada olması gerektiğine inanıyorum. İlk çocuğumu sürekli uykusundan sıçrayarak uyanmasına rağmen hiç kundaklamamıştım ama ikinciyi ilk günden beri kundaklıyorum. O da rahat ben de.

Daha Sosyalim

İlk çocuğumda onun bana çok ihtiyacı olduğunu düşündüğümden arkadaşlarıma yeterince zaman ayıramıyordum. Arkadaşlarımla çocuksuz bir şekilde çıkamadığım için de çok keyif aldığım sosyal yaşamım zayıflamıştı. Oysa ikinci çocuğum daha 3 haftalıkken arkadaşlarımla gece dışarı çıktım. Sonrasında da düzenli olarak bunu tekrarladım. Böylesi bana daha iyi geliyor, bebeğime de…

Daha Fazla Geziyorum

İlk çocuğumda ilk yıllarda bebekle en rahat ettiğimiz yer evimiz olduğu için hayatımızı mümkün olduğunca ev ortamında geçiyorduk. Annelik adeta dört duvarla özdeşleşmişti benim için. İkinci çocuğumda hala en rahat ettiğimiz yer evimiz. Ama bebekle benim hayatımın çoğu ev dışında kafelerde ve yollarda geçiyor. Bebek dışarıda daha iyi uyuyor ve bu şekilde değişik ortamlara uyum sağlamayı daha çabuk öğreniyor. Daha 2.5 aylıkken ilk uluslararası uçak yolculuğunu bile yaptı.

Sonuç Olarak

Bizim evde iki farklı anne var. Birincinin bebekliğe ilişkin tecrübeleri 7.5 yıl öncede kaldı ama ebeveynlik yolunda ilk kez tecrübe ettiği konularda bocalıyor. Diğer anne ise 7.5 yıl önce ebeveynlik yoluna çıkan ilk annenin tecrübelerinden faydalanıyor, onu sıkı bir şekilde takip ediyor, hatalarını tekrarlamamaya çalışıyor. Aradaki zaman farkı ikinci annenin işine yarıyor.  Çocukların farklı kişilikleri ve sürekli değişen koşullar ise zorlayıcı olacak; biliyor…  Peki ya siz? Sizde durumlar nasıl? Sizin evde de iki farklı anne var mı ? Paylaşmak ister misiniz?

Not: Bu yazi 08.09.2014'de Alternatif Anne'de yayınlanmıştır. http://alternatifanne.com/sizin-evde-de-iki-farkli-anne-var-mi/


1 Eylül 2014 Pazartesi

"Sadece Anneyim" 1 Yaşında



"Sadece Anneyim" 1 yaşında. Bir birey, bir kadın ve bir anne olarak yazdıklarımı paylaşmaya başlayalı 1 yıl olmuş.  "Sadece Anneyim" dedim ama bundan kastım yaptığım tek şeyin annelik olduğuna dikkat çekmek ve bir tek bu konuda yazmak değildi. Anneliğin, ebeveynliğin hiç de hafife alınmaması gerektiğini vurgulamaktı asıl isteğim. Seneler önce annelikten dolayı işime istemeden ara vermiş olduğum bir dönemde ne işle meşgul olduğumu soranlara "sadece anneyim" demek durumunda kalmış ve bu durumdan hoşlanmamışken, seneler sonra kendi isteğimle kurumsal yaşama veda edip yıllar önceki üzüntüme gönderme yaparak,"sadece anneyim" diyerek, yazılar yazıp yeni bir başlangıç yapmaya karar verdim. 

Bundan 1 yıl önce, bugünden bir iki gün önce, başladım yazılarımı paylaşmaya. Bu bir yıl içinde ne çok şey yaşandı, ne çok yazı yazıldı, bir sürü eski dostla yeniden bağ kuruldu, daha önce hiç tanımadığım insanlar yazılarımı okur oldu, bir sürü yeni arkadaşım oldu, yeni oluşumlar içinde yer aldım, Alternatif Anne bunlardan biri Eurovizyon haber portalı bir diğeri. 

Yazmaktan ne kadar keyif aldığımı her gün yeniden fark ederek, paylaşarak nasıl da çoğalındığını gördüm. Yeni fikirler ve yeni hedefler arasında nice okura ulaşmak isterken bu çoğalma isteği ailemize de yansıdı yeniden anne oldum; minik Lara ailemize katıldı. Son dönemde çok fırsat bulamasam da artık daha da çok yazacak, paylaşacak şeyim var.  

Nice yıllara "Sadece Anneyim"! Nice güzel yeni dostluklara, kaybedilen izleri bana tekrar bulduran nice eski dostlukların devamına, nice güzel kadın, anne, nice güzel insan yüreğine dokunmalara, nice güzel yazılara, yorumlara, nice güzel paylaşımlara... "Sadece Anneyim" 1 yaşında...


21 Ağustos 2014 Perşembe

Tatildeyiz




Yine uzun bir sessizlikten sonra merhaba. Olmuyor, yapamıyorum, bir günü diğerine benzemeyen yeni aile düzenimde maalesef yazmaya zaman ayıramıyorum. Bunda okulların tatil olması ve yaz döneminde olmamızın da büyük etkisi var tabii. Bu nedenle son 1 ay içinde neler yaptığımıza ilişkin bir özet yapma gereği hissediyorum.

Temmuz ayımız bu yaz Türkiye tatili yapıp yapamayacağımız sorusuyla geçti. Mayıs ayında doğmuş bir bebeğin bizim tatilimize ne gibi bir engeli olabilirdi ki? Ama oldu işte. Lara'nın pasaport başvurusundan cevap alamayınca bütün sene boyunca dilimizden düşmeyen, hep bir sonrakinin hayallerini kurduğumuz, Türkiye tatilimiz tehlikeye girdi. Bu düşüncelerle hop oturup hop kalkarak geçirdiğimiz 4. haftanın sonunda pasaport elimize ulaştı. Hemen ardından nüfus cüzdanını da çıkardığımız Lara artık ilk Türkiye seyahatine hazırdı. Ama uçak biletlerini de almak gerekiyordu tabi. Hummalı bir bilet araştırmasından sonra şu ana kadar aldığımız en pahalı Türkiye biletlerimizi de aldık ve sonra derin bir "oh" çektik. Yaz tatilimizi kurtarmıştık.


İngiltere'de okullar Temmuz sonu tatil oluyor. Yazların cok sıcak olmamasından kaynaklanan bu sistem çocukların çok uzun tatil yaparak okuldan uzaklaşmalarını da engellemiş oluyor. Biz de bu sayede her sene Temmuz ayının son haftası Türkiye'ye gelerek 6 haftalık okul tatilini Türkiye'de geçiriyoruz. Genelde eşim bize sonradan katılır ve eve dönüşü birlikte yaparız ama bu sene Larayla ilk yolculuğumuzu yapacağımız için tatilimize birlikte başladık. 2.5 aylık bir bebekten beklenmeyecek ölçüde rahat bir uçak yolculuğu ile İstanbul'a ulaştık. Ancak mevsim normallerinin üstünde sıcak olan İstanbul'daki ısıya uyum sağlamakta oldukça zorlandık.

Yolculuk sırasında hiçbir sıkıntı yaşatmayan Lara İstanbul'daki ilk gecemizde bir türlü uyumuyor ve sürekli ağlıyordu. Çareyi onu bebek arabasına koyarak dışarıda bir yürüyüş yapmakta bulduk. Biraz uğraştıktan sonra Lara uykuya daldı, biz de rahatladık. Yeni ortama uyum bir haftalık bir süre aldı. Babaanne, hala, dayılar, kuzenler ve arkadaşlarla dopdolu yaşanan bir 10 gün sonrasında deniz tatili için Ören'e, anneanne ve dedenin yazlığına geldik. Değişen ortama uyum yine bir haftamızı aldı.


Deniz tatilimizin ilk günlerinde Dalya'yla babasının deniz keyfine, hala yeni doğan bebek sıklığında beslenen ve gün içinde yarım saatlik uyku uyuyan Lara'yı ara ara anneme bırakıp, hızlıca yüzmeye kaçarak ben de ortak olmaya çalıştım. Eşimin varlığıyla daha hareketli geçen günlerin ardından onun Londra'ya dönmesiyle aynı hareketi benden de bekleyen Dalya ve 24 saat beslenme ve uyku ihtiyacı olan Lara bebekle kaldık baş başa.


Şimdi günlerim bir yandan parende atmadan yürüyemeyen Dalya'nın enerjisine yetişmeye çalışarak, öte yandan Lara'nın ihtiyaçlarını gidermeyi sağlayarak geçiyor. Bu arada annemin açık büfe yemeklerinden faydalanıyorum.

Kızlarla tatil yorucu ama keyifli. Hala şikayet yok. En azından şimdilik...Arada aklıma Londra'daki feci koşuşturmalı yaşantımız geliyor. Hızla aklımdan uzaklaştırıyorum çünkü -çok öyle görünmese de- hala tatildeyiz...

28 Temmuz 2014 Pazartesi

İki Çocuklu Hayatın "Acabaları"


İki ay önce ailemize katılan ikinci çocuğumuzla hayatı yeniden öğrenme sürecimiz yeni bir boyut kazandı. Acabalarla dolu tek çocuğa sahip ebeveynlik ikinci çocukla birlikte ailemizin dinamiğinde kendi cevaplarını bulmaya başladı. Tek çocuklu hayata o kadar alışmıştık ki bizi bekleyen yeni hayata ilişkin bir sürü soru vardı aklımızda. Bunlardan en önceliklileri ve yakın zamanda bulduğum cevaplarını şöyle sıralayabilirim.

İkinci çocuğumu ilki kadar sevebilir miyim?
Saçma bir düşünce biliyorum. Sevilmese yüzyıllardır insanlar neden birden fazla çocuk sahibi olsunlar değil mi? Öyle olduğunu bilsem de böyle bir korkum vardı. Cevabım evet, sevebilirmişim. Hem de çok. Ama ilkinden daha çok değil, daha az da değil. O büyük sevgi azalmadan bölünebilirmiş, hem de hemen.

Tekrar bir bebeğe bakmaya uyum sağlayabilir  miyim?
Kardeşler arasında yaş farkı az olursa böyle bir soru söz konusu bile olmaz tabii. Ama benim durumum da olduğu gibi arada 7 yaş olunca böyle bir kaygı oluyor işte. Cevap evet. Aradan geçen yıllara rağmen çok kısa süre içinde hem de. Tüm bilgiler ve deneyimler tekrar kullanılmak üzere zamanını bekliyor, ihtiyaç oluştuğunda hemen ortaya çıkıyorlar.

İlk çocuğum kardeşe hazır mı?
Bu sorunun cevabı herkeste farklı olur sanırım. Çocuğun kişiliğine, kardeşler arasındaki yaş farkına göre değişir diye düşünüyorum. Bizim durumda cevap "hayır"mış ama şunu öğrendik ki, onu kardeş sahibi yapmasaymışız hiçbir zaman da hazır olmayacakmış. Evdeki dengeler değişip benim bebekle daha fazla zaman geçirmemle birlikte , başta dirense de, 7.5 yaşında küçük bir bebek olan kızımız hızla abla oluyor.

İki çocuk arasındaki dengeyi nasıl kuracağım? Ya ilk çocuğum kardeşini çok kıskanırsa?

Bunun kolay olmadığı bir gerçek. Oluşabilecek sıkıntı ve stresi hafif atlatmak için doğum öncesinde çok iyi bir planlama gerekiyor. Çünkü tecrübeler gösteriyor ki annenin doğum sıkıntılarını atlatmak ve yeni doğan bebeğin düzenini oturtmak için zamana ihtiyacı oluyor. Bu süreçte evde ilgi isteyen başka bir çocuğun ihtiyaçlarına annenin tam anlamıyla cevap vermesi mümkün değil. O nedenle eş, anne, arkadaş, bakıcı vs desteği şart. Bizim durumda iki hafta babalık izni kullanan eşim sürekli ilk çocuğumuzla birlikteydi, destek için Türkiye'den gelen annem ise ev hayatını götürüyordu. Yani her şey kontrol altındaydı ama yine de beni paylaşmak kızıma zor geldi. Çünkü baş başa yaptığımız pek çok şeyi şimdilik yapamıyoruz. Bu durumun geçici olduğunu bilsem ve ona bunu anlatsam da onda bir hayal kırıklığı oluştuğunun farkındayım. Bu durumu telafi etmeye çalışacağım.

Ya ilk çocuğumda yaşadığım sıkıntılar tekrar yaşanırsa ?
Nasıl her hamilelik birbirinden farklı ise her çocuk da birbirinden farklıymış. İkinci çocuğum doğar doğmaz ablasından çok farklı bir kişiliği olduğunu anladık. Onunla nasıl yepyeni bir sevgi yumağına dönüştüysek yepyeni bir serüvene de başlamışız meğer. Ne ağlaması, ne beslenmesi, ne uyuması benziyor ablasına, hepsi bambaşka. Geride bıraktığımız 2 ay içinde onunla yaşadığımız sıkıntılar da öyle. İlkiyle benzer sıkıntılar da yaşanabilir elbette ama şimdi ben hem ilkine göre daha tecrübeliyim hem de artık 7.5 yıl önceki Tuba değilim. Anneliğim, hayata bakış açım o zamankinden çok farklı. Dolayısıyla gördüm ki her çocuk yeni bir serüven.

İki aylık iki çocuklu hayatımdan ilk "acaba"larıma aldığım yanıtlar böyle. Zaman içinde yenileri de eklenecek bu listeye ama şimdilik en tazeleri bunlar. Acabalı veya net, her şekilde heyecanlı kimi zaman da hayli zorlu bir serüven bu ebeveynlik. Tek çocuklu, iki çocuklu veya çok çocuklu herkese bu serüvende kolaylıklar dilerim...


18 Temmuz 2014 Cuma

Altı Üstü Bir Aşı



Çılgın bir haftanın daha sonuna geliyoruz. Haftaya Lara'nın ilk aşısını yaptırarak başladık. Ağızdan verilen Rota virüsü aşısını gülümsemeyle karşılayan Lara iki bacağından yapılan karma aşıyı aynı mutlulukla karşılamadı. Mide bulantısı ve ateş gibi yan etkilerinin olacağı söylenmişti ama Dalya'nın aşılarını hiç hissetmediğimiz için pek endişelenmedim. Lara'nın ağlamasını dindirmek için besledikten sonra bebek arabasına koyup pek de alışık olmadığımız Londra'nın sıcak yaz günlerinden birinde yokuşu aşarak Dalya'nın okuluna ulaştık. Yıl sonu olduğu için sene boyunca yaptıklarını inceleyecektik. Maalesef bu da Lara'nın aşılı gününe denk gelmişti. Sabırla bekleyen Lara en sonunda çılgınca ağlamaya başladı. Sonrasında oyun parkına uğrama sözü vermiştim ama Lara'nın katıla katıla ağlaması durmadığı için Dalya'yı arkadaşa teslim ederek eve doğru yola koyuldum. Saat 4 gibi başlayan ağlama nöbeti akşam 9'a kadar dinmedi. Lara susmadı, uyumadı ve meme emmedi. Ayrıca vücudu çok sıcaktı. Gece ateşi yükseldi ve ilk Calpol'unu verdik. Böylelikle Dalya'nın aşılarında hiç yaşamadığımız bir tecrübeyi yaşamış olduk.


Ertesi sabah güzel bir şekilde uyanan ve bütün günü keyifle geçiren Lara o günün akşamını da aynı huysuzlukla geçirdi. Bu hızla başladığımız hafta, kaynayan Londra günlerinde Lara'yı eğleyip Dalya'nın okul koşuşturmaları ve son gösterilerine yetişmeye çalışan ve akşamları da uyku saatleri çatışan iki çocuk arasında birini emzirirken bir diğerine kitap okuyan yepyeni bir Tuba'yı tanıdığım yorgun akşamlarla sonlanıyor. İyi geceler...

10 Temmuz 2014 Perşembe

Yeniden Yazmak İstiyorum


Ha yazdım ha yazacağım derken günler su gibi akıp geçti. İnanamıyorum Lara bugün 2 aylık oldu.

Zorlu ama hiç bir anında "öff" demediğim bir 2 ay geçirdik birlikte. Uykusuz geceler, dinlenilmeyen koşuşturmalı gündüzler, yeniden bebek gazı çıkarma formulleri ve ağlama şekillerinden sıkıntının ne olduğunu anlama üzerine çalışmalar, kusmalar, konaklar, bebek masajları, bir gülümseme için binbir komiklik yapmalar, minik bebekle mobil olmaya tekrar adapte olma çalışmaları ve bu arada evde 7.5 senedir tek çocuk saltanatı süren Dalya'nın gönlünü alma ve onun koşuşturmaları ile geçen kısacık, koca, bir "iki ay".

Şimdi Lara'yı bir süre uyanmayacağını düşündüğüm bir pozisyonda uyutmaya başardım ve yanında tekrar yazı hayatıma dönme yazımı yazıyorum. Bundan sonra daha sık yazacağım çünkü ben yeniden sizlerle paylaşmak istiyorum.  Kısa kısa paylaşımlarda bulunarak bu iki ay içinde ve sonrasında yaşadığım ilginç deneyimlere yer vermeye çalışacağım yazılarımda. Umarım zevkle takip edersiniz. Sevgilerime...

9 Haziran 2014 Pazartesi

Yine Yeni Yeniden....



Yeni mucizemiz Lara'ya kavuşalı üç haftayı geçti. Onun hayatımıza girişinin büyüsüne o denli kapıldım ki, geceler gündüze karışmış, zaman kavramını yitirmiş bir haldeyken çok istememe rağmen sizlerle paylaşamadım o ilk anları.


İlk çocuğumdan sonra bir daha yaşamamın imkansız olduğunu düşündüğüm o hisler yine yeni yeniden girdi hayatıma. Doğum öncesindeki korkularımın ne kadar yersiz olduğunu o minik yüzü ilk gördüğümde anladım.

Yeni bir aşk girmişti hayatıma işte. Dalyamız'ı "abla" yapacak minik Lara'yla kaynaşmamız daha vücudu karnımın içindeyken göz göze geldiğimiz o ilk anda başladı. Sanki çok uzun zamandır tanıyormuşuz gibi çok da çabuk uyum sağladık birbirimize. Yedi senelik annelik idmanı bayağı bir işe yaramış. Bu sefer sanki daha kolay. Uykusuz geceler, nasılsa bir süre sonra geçeceği bilinen ağrılar sızılar, başka bir dünyadan gelen o mis kokulu melekle geçirilen her an büyülü gerçekten.

İşte biz yirmiyi aşkın gündür bu şekilde yaşıyoruz: yatıp kalkıp minik Lara'ya bakıp, onu koklayıp, yine yeniden hayatımıza bir anda giren bir bebeğin nasıl böyle bir mutluluk getirebildiğini ve bu sevginin nasıl bu kadar yoğun olabildiğini yeniden anlamaya ve o büyülü anları dolu dolu yaşamaya çalışarak.Yazılarımdaki duraksama bu yüzden... Hayatımızdaki yeni mucizenin büyüsünden ...

13 Mayıs 2014 Salı

Yeni Mucizeye Az Kaldı


Aylardır beklediğimiz bebeğimizin dünyaya gelmesine birkaç gün kaldı. Anneanne geldi, hastane çantası tamamlandı, bebek yatağı hazır, araba koltuğu yerine yerleşti, dün duvar süslemelerini de yaptık Dalyayla. Yeni bir mucizeyi daha yaşamak için el birliği halinde çalışıyoruz anlayacağınız.

Ancak bir sorun var !... Ben hazır mıyım ikinci bir mucizeye işte onu bilmiyorum. Çünkü ikinci hamileliğim ilkinden çok farklı geçti.

İlk hamileliğimi dolu dolu yaşamıştım. Hamileliğin tüm sıkıntıları bir tarafa sanki bulutların üstünde uçuyordum. Bebeğimin karnımda her kımıldayışı bana inanılmaz bir haz veriyordu. Her fırsat bulduğumda onunla birebir konuşuyor, ona müzik dinletiyor, onunla sürekli bir bağ kurmaya çalışıyordum. Sanırım çabalarım büyük ölçüde başarıya ulaştı; çünkü konuşmayı çok seven, müzik ve dansa bayılan ve bana çok düşkün bir kızım oldu. 

Oysa sıkıntısız geçen ve bitmek üzere olan ikinci hamileliğimin hiç farkına varamadım diyebilirim. Sürekli 7 yaşında olan kızımın koşuşturmaları içinde olduğum ve geri kalan zamanlarda da çalıştığım için ne bebeğin karnımın içinde kımıldayışlarına yeterince ilgi gösterebildim, ne ona özel müzik dinleyebildim, ne de onunla yeterince konuşup bağ kurma şansım oldu. Bu nedenlerle biraz suçluluk duyuyor ve kendimi yeni bebeğe hazırlıksız hissediyorum sanırım. 

Yine ilk hamileliğimde doğum yaklaştıkça heyecan da çok artmıştı. Oysa bu sefer endişe daha fazla sanki. Dalya'nın varlığı, bebeğin gelişinin onun üzerindeki etkilerinin nasıl olacağı düşüncesi ve bebek sonrası bizi nelerin beklediğini biliyor oluşumuz sanırım endişemizi daha da artırıyor.

Umuyorum çok yakında onu sağlıklı olarak kucağımıza alırız da bu endişeler yeni bir mucizeyi kucaklıyor olmanın sevincine dönüşür. Bizler de ilk mucizemizin abla oluşunu izlerken, büyüyen ailemizin tatlı koşuşturmaları içinde buluruz kendimizi. 

Bir sonraki yazımda umuyorum ki size yaşadığım yeni mucizeden bahsediyor olacağım. Sevgilerimle...