28 Ocak 2014 Salı

Daha Az TV, Daha Fazla Aile Yemeği, Daha Mutlu Çocuklar…


Teknolojiye hep kuşkulu baktım, çok çabuk alışamadım. Nitekim cep telefonu geç edindim, akıllı telefonlara geç transfer oldum. Şimdi hayatım yazarak, çizerek, sosyal medya ile haşır neşir olarak geçse de hala herşeyin kontrollü olmasından yanayım.

Oysa bu aygıtların birinden kaçsanız bir diğerine yakalandığınız günümüzde bu kontrol çok zor. TV olmasa bilgisayar, bilgisayar olmasa laptop, laptop olmasa ipad, ipad olmasa iphone, iphone olmasa ipod var. Kurtuluş yok. Yetişkin insanlar içinde bu durum sakıncalı ancak çocuklar ileri derecede korunmasız. Ha bir de geleceğin teknoloji üzerine kurulduğunu düşünürsek çocukları bu aygıtlarla kaynaştırmak gerekliliği de kaçınılmaz. Ama maalesef orta yolu bulmak hiç kolay değil.

Bizim çocukluğumuzda günün belirli bir saatinden sonra başlayan TV programları ve çok kısa bir süre izleyebileceğimiz Tom ve Jerry türünde çizgi filmleri vardı sadece. Dolayısıyla ailelerimizin hiçbir zaman çok TV seyrettiğimizden endişe duymalarına gerek yoktu; olsa olsa çok sokakta oynamamızdan endişe edebilirlerdi. Oysa şimdi ben kızımın bizimle sohbet ederek geçirdiği veya oyuncaklarıyla oynadığı zamanlara çok değer veriyorum. Çünkü o anlar ailesiyle kaliteli zaman geçirdiği veya kendi hayal gücü ve yaratıcılığını değerlendirdiği zamanlar oluyor.

Bu konuda "The Times" dergisinde yer alan İngiltere’de yapılmış bir araştırmaya denk gelmiştim yaz aylarında. Bu araştırmaya göre ailece yemek yemeğe daha fazla zaman ayıran ve çocuklarını günde 2 saatten daha az televizyon seyretmeleri konusunda kısıtlayan ebeveynlerin çocukları daha mutlu oluyormuş. TV konusundaki kısıtlamanın sağlığa etkisi çok net ama mutlulukla da doğrudan bağlantısının olması oldukça ilginç.

İngiliz Kamu Sağlığı bölümü tarafından yapılan bir açıklamaya göre İngiltere’deki çocuklar yetersiz egzersiz, zayıf beslenme ve fazla TV seyretme sonucunda gittikçe daha çok endişeli ve mutsuz bir hale geliyorlar. Söz konusu devlet organizasyonunda Sağlık ve İyilik bölümünde direktör olan Kevin Fenton, davranış ve kişinin iyiliği üzerine etkisi arasında sürekli bir ilişki olduğunu belirtiyor.

Professor Fenton,“fiziksel aktivite daha gelişmiş konsantrasyon, sınıf arkadaşlarına nazik olmak gibi daha olumlu sosyal davranışlar ve daha fazla kendine saygı ile birlikte ilerliyor” diyerek fiziki problemlerin yanısıra beyinsel ve sosyal problemler arasında da kesin bir ilişki olduğunu belirtiyor. Profesor Fenton’a göre “Ekran önünde daha fazla zaman geçiren çocuklar sosyal ve duygusal sorunlar ve kendine saygısızlığa daha açık oluyorlar.”

Bu doğrultuda uzun saatler TV seyretmek veya bilgisayar oyunları “azalan sosyal kabul edilmişlik duygusu ve artan yalnızlık, idare sorunları ve saldırganlığı beraberinde getiriyor.” diyen Professor Fenton ebeveynlerin çocuklarını ekran önünde geçirdikleri uzun saatleri egzersiz ve aile sohbetleri ile değiştirme konusunda cesaretlendirmeleri gerektiğini belirtiyor.  
 
Şehir yaşantısında ve hızlı iş temposunda yorulan anne-baba ve çocukların evde geçirdiği zamanlar çok değerli. Maalesef o zamanlarda da pek çok kişi kendilerini ve çocuklarını, hayatlarını işgal altına alan teknolojik aygıtlara kaptırıyor. Oysa görülüyor ki mutlu çocuklar için o aygıtlarla geçirilen zamanın ebeveynler tarafından kontrol altında tutulması gerekiyor. Zaten bu kısıtlama olduğu zaman çocuklar boş kaldıkları için doğal olarak daha çok oyun ve sohbet için ortam yaratılıyor. Bu da Profesor Fenton’un araştırmasına göre mutlu çocukluğa giden yollardan biri.

Yoğun koşturmalı şehir yaşantısından eve gelindiğinde çocuğu spor amaçlı evden çıkarmak çoğu zaman hem çocuk hem de anne baba için çok yorucu, hele bir de çocukta hiç istek yoksa. Ama hep beraber aile yemeği yemek hiç de zor değil.  Anne babanın uzun saatler çalıştığı ev düzeninde bunun da çok kolay olmadığını biliyorum ama bence hiçbir çalışma temposu günde bir kere bile olsa birlikte oturulan yemek sofrasına engel olmamalı. Eğer engel oluyorsa işte o düzende birşeyler değişmeli. 

Kaynak                                                                                




19 Ocak 2014 Pazar

İngiltere'deki Okullarda Din Eğitimi




Din konusu hassas bir konu. Son dönemde ülkemde fazlaca tartışılıyor: kimin ne kadar inançlı olduğu, neye nasıl ne şekilde inandığı, yaşam biçimleri. Kimisi siyasi görüşünden dolayı inkara yöneliyor inancını, kimisi ise hiç inanmadığı halde yine siyasi nedenlerle herkesten daha dinci oluveriyor bir günde. Kavramlar, düşünceler, kişilikler karmaşası ortalık. Böyle bir dönemde en kötüsü çocuklara oluyor bence çünkü yapısal pek çok değişiklikle birlikte eğitim sistemi de büyüklerin hop oturup hop kalkıp aldıkları kararlarla çeşit çeşit şekillere bürünüyor.

İnanç esas evrende, inanmadan, gönlünü koymadan amaca ulaşmak, başarmak mümkün değil. Ama bu inancın hangi formda, ne şekilde olacağını tanımlamak ve insanlara o tanımı zorla kabul ettirmek  devlete düşmez bana göre. Herkes gönlünce yaşamalı inancını veya inançsızlığını ve devletin görevi bu düzenin devamını sağlamak olmalı.


Londra’da bunca din ve dil çeşitliği içinde, kendimizi yaşam görüşü bizim gibi olan bir topluluk içinde bulduk. Etrafımızdaki pek çok ailenin dini görüşü liberal, yani çoğu kiliseye gitmeyen, Noel ve Paskalya’yı dini olmaktan çok kültürel bir şenlik gibi kutlayan insanlar. Biz de böyle bir kitle içinde yaşadığımız için kızımızın yuva ve okul seçimini din konusunda hiç kaygılanmadan eğitim kalitesini dikkate alarak yaptık.
Ev içinde bir din sembolü görmeyen, herhangi bir dinin gereklerini uygulamayan bir anne babanın çocuğu olarak yuva yaşına gelene kadar kızımız dinle tanışmadı. Türkiye’de olsaydık da böyle büyüyecekti elbette ama etrafında kilise yerine cami, Noel gösterisi yerine yılbaşı gösterisi, Paskalya kutlaması yerine bizim bayramlarımız olacak ve doğal olarak bizim kültürümüz ve içinde geliştiği dini değerler hakkında daha fazla bilgisi olacaktı.
Yuvayla birlikte Noel gösterileriye hayatına girmeye başladı ilk din sembolleri: İsa, Vaftizci Yahya, Bakire Meryem. Yuva döneminde bu durum endişelendirmedi beni, ancak okulla birlikte durum değişti.

Kızımızın okulu evimize yakın, herhangi bir din ile bağı olmayan, akademik olarak “olağanüstü” sayılan bir devlet okulu. Pek çok başka konuda okuldan memnun olsak da, okuldaki ilk yılında, dine fazlaca vurgu yapılması hoşumuza gitmedi. Önce yuvayla paralel bir şekilde İsa’nın çocukken oynadığı oyunlar, Noel kutlamaları gibi ürkütücü olmayan konulardan başlayan bu eğitimin, kızımın evde Hristiyanlık ve İsa hakkında bana daha çok soru sormasıyla, arttığını anladım. Bunun üzerine okula gidip öğretmeniyle konuşmaya karar verdim. Öğretmen din eğitiminin müfredat çerçevesinde genel dini bilgiler içerdiğini ve okulda bu kapsamda diğer dinler hakkında da bilgi verildiğini söyledi. Ayrıca veli olarak çocuğumuzu din eğitimi dışında bırakmak gibi bir hakkımızın olduğunu da dile getirdi. Ancak biz çocuğumuzun kendisini diğer arkadaşlarından farklı hissetmesini istemediğimiz için böyle bir talepte bulunmadık.
Eve gelip kızımla ona hissetirmeden yaptığım sohbetler sonucunda, Hinduluk ve Musevilik hakkında da bilgisi olduğunu öğrendim ama İslam hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Duyduğum rahatsızlık, çocuğuma Hristiyanlık hakkında çok bilgi verilmesi ya da İslam hakkında hiçbir bilgi verilmemesinden değil, dini anlamda liberal olduğunu düşündüğüm bir ülke ve ortamda eğitim sisteminde beklediğimi bulamamaktan kaynaklanıyordu. Bunun üzerine İngiltere’deki okullardaki dini eğitim müfredatı konusunda bir araştırma yaptım. Ve gördüm ki okullarda din eğitimi ülkedeki ana din çerçevesinde yapılıyor. Diğer dinler hakkında da bilgi verilebiliyor ancak hangi dinler hakkında ne kadar bilgi verileceğinin belirlenme kararı yerel yönetimler ve okulların kendi inisiyatifinde.

2011 nüfus sayımı rakamlarına bakıldığında Birleşik Krallık’da nüfusun % 59.5’i Hristiyan, % 25.7’i dinsiz, %7.2’si belirsiz, % 4.4’ü Müslüman ve diğer dinler %3.3’ü (% 1.3’ü Hindu, % 0.4’ü ise Musevilik) oluşturuyor.
Ülkede 2. din konumunda olan Müslümanlık hakkında kızımın okulunda hiç bahsedilmemesi bana o kadar ilginç geldi ki biraz daha araştırdığımda sınıfta dini eğitim verip vermeme kararının öğretmenlere bırakıldığını, dini eğitim verdiği veya vermediği için öğretmenin suçlanamayacağını ve dahası kızımın öğretmenin okuldaki o yıl için dini eğitim müfredat sorumlusu olduğunu öğrendim. İçinde bulunduğumuz sistem buydu ve bu sistemde bir sonraki sene öğretmen değişinceye kadar beklemekten ve daha tarafsız bakış açılı bir öğretmen dilemekten başka yapabileceğimiz bir şey yoktu.
Nitekim bir sonraki yıl daha liberal bir öğretmeni oldu. Daha az Hristiyanlık bilgisi vardı ama hala diğer dinler hakkında yeterli bilgi yok. Bu seneki öğretmeni de hiç din eğitimi vermiyor sanırım. Her sene başka bir senaryo anlayacağınız. Ama biz artık onun ilerleyen yaşı doğrultusunda ondan gelen sorularla ona farklı düşünceler ve inançları anlatıyoruz. Şu an durum istediğimiz gibi. Ama yine de kaygı verici çünkü hala tarafsız bir din bilgisi almayan kızımızın bir sonraki sene nasıl bir öğretmene denk geleceğini bilmiyoruz.
Bir tarafta ülkemde artan bir şekilde dinin hayatın her alanına girmesinden endişe duymak, öte taraftan birinci dünya ülkesi İngiltere’de İslam dinini de kapsayan tarafsız geniş vizyonlu bir eğitim beklemek ve bulamamak. Sorun aynı aslında ve arzu edilen şey net: tarafsız ve kucaklayıcı bir bakış açısı ile yoğrulan bir eğitim.
Gençlerin bir toplumda pek çok insan için inancın ne ifade ettiğini ve dinin yerini anlamaları önemli bence. Ancak inanç sistemlerinin çocuklara öğretilmesi ailenin sorumluluğu olmalı, devletin değil. Ya da devlet bu eğitimin mevcut tüm dinleri, dinsizliği, laik felsefeleri ve dünya görüşlerini kapsar bir şekilde olmasını sağlamalı. Toplumdaki sadece bir dini görüşü temsil eden bir eğitim anlayışı sisteme güvensizliği doğurmanın yanı sıra aynı zamanda genç bireylerin din özgürlüğününü de sınırlayacaktır.
Din toplum üzerinde etkili olan faktörlerden sadece biri. Sağlıklı bir topluma etken tüm faktörlerin tarafsız bir şekilde işlendiği bir eğitim sistemiyle ulaşmak mümkün. Birbirini dinleyen, anlamak isteyen, geniş bakış açılı, vizyonlu insanlara sahip olmak için önce çocuklardan başlanmalı. Bunu onları din, dil ve renklerine göre ayrıştırarak değil, ancak doğru eğitimle birbirleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmalarını sağlayarak, sınırları kaldırarak başarabiliriz. Ama önce buna inanmak lazım. 
Nelson Mandela ne doğru söylemiş :
Hiç kimse ten renginden geçmişinden ya da dininden dolayı birbirinden nefret ederek dünyaya gelmez. İnsanlar nefret etmeyi öğrenirler ve eğer nefreti öğrenebiliyorlarsa o zaman onlara sevmeyi de öğretebiliriz.“

Kaynak:
http://en.wikipedia.org/wiki/Religion_in_the_United_Kingdom 
https://www.gov.uk/government/uploads/system/uploads/attachment_data/file/190260/DCSF-00114-2010.pdf 

Not: Bu yazı 19.01.2014’de Alternatif Anne’de yayınlanmıştır.



13 Ocak 2014 Pazartesi

Dalya Büyüyor, Biz Büyüyoruz...



Kızım doğduğundan bu yana her sene Kasım ayından başlayarak Aralık ayı boyunca süren ve Ocak ayının ilk haftasında sona eren bir heyacan alır beni. Çünkü onun doğumgünü yaklaşmaktadır. Her sene bu dönemlerde bizim için ne kadar özel olduğunu ona anlatacak ve onu mutlu edecek bir organizasyon yapmaya çalışırım. Elbette bu uğraş o büyüdükçe ve ilgi ve beğenileri değiştikçe bayağı bir zorlaştı.

Birinci yaşını kutladığımızda hala Türkiye’deydik. Amaç hayatımızın son yılında çok büyük bir değişiklik yaratan kızımızın ilk yaşını sevdiğimiz arkadaş ve ailemizle kutlamaktı. Bu nedenle evimizde büyük bir doğumgünü kutlaması yaptık. Tabi Dalya hiçbir şey anlamamıştı bu kutlamadan. 2. ve 3. yaşlarında Londra’da, aile ve bir iki yakın arkadaşımızla kutladık doğum günlerini. 2. si ile bu işten keyif almaya başladı Dalya.                              

Onun gerçekten farkında olarak, eğlendiği ilk büyük doğumgününü ise 4. yaşında kutladık. Davetiyeler, partiye gelen çocuklara hazırlanan hediye torbaları ve partiden sonra yazılan teşekkür kartlarıyla artık basit bir çocuk doğum gününden daha çok ciddi bir davet organizasyonuna dönüşmeye başlamıştı Dalya’nın doğumgünleri. Gymboree diye bir oyun alanı kiraladık ve yuvadan bir sürü arkadaşını davet ettik Dalya’nın. Heyecandan gece uyuyamamıştı Dalya ve parti yerine adeta bir gelin edasıyla gittiğini hatırlıyorum. Çok eğlenmişti.

Okulla birlikte iş biraz daha çetrefilleşti. İlk yılında çocukları birbirine kaynaştırmak için sınıftaki tüm çocukları doğum gününe çağırmak gibi bir adet vardı. O yüzden biz de öyle yaptık. Bir salon kiraladık, sihirbazlık temalı bir parti eğlendiricisi çağırdık ve Dalya’nın 30 sınıf arkadaşını ve birkaç aile dostumuzun çocuklarını çağırdık. Şapkadan tavşan çıkartılan, etrafa köpük fışkırtılan ve çocukların sevdiği şarkılarla çocuk diskosu ortamı yaratılan partide Dalya başta olmak üzere tüm çocuklar çok eğlendi. Murat ve ben ise çok yorulduk. +30 çocuk ve aileleri için ayrı ayrı yiyecek ve içecek hazırlamak, bir takım besinlere alerjisi olan çocuklara özel yiyecek ayarlamak, tüm çocuklara hediye torbası hazırlamak, salonu yerleştirmek ve toplamak bizi fena yordu. O nedenle 5. yaş gününde davetiyeler, hediye torbaları ve teşekkür kartları dışında hiçbir şey yapmak istemediğime karar verdim ben. El işi aktivitelerini çok seven, kek-kurabiye süslemekten mest olan kızım ve en sevdiği kız arkadaşlarını toplayarak minicik bir pastanede (İngiltere'de Tea House adı verilen yerlerden biri) kutladık 6. doğumgününü. Bir İngiliz çay partisi şeklinde organize edilen partide, bir abla önce kızlara boyama, kesme ve yapıştırma aktiviteleri verdi, sonra da kurabiyelerini süslemelerine yardım etti. Kurabiyeler pişerken de çeşitli şapka ve kostümlerin olduğu kutulardan istedikleri kıyafetleri seçip süslendiler. Kurabiyeler pişince de çocuklar kendi süsledikleri kurabiyeleri eve götürdüler. Fazlasıyla kız çocuklara özel bir kutlamaydı ama hepsi çok keyif aldı. 

10 Ocak’da 7 yaşına girdi Dalya. Gerçek doğumgünü Cuma gününe geldiğinden, 11 Ocak Cumartesi günü kutladık doğumgününü. Bu sefer son bir senedir dilinden düşmeyen Build-a-Bear partisi yaptık. Kızımla birlikte 15 çocuğun olduğu partide çocuklar mağazadaki ayı, tavşan gibi yumuşak tüylü oyuncaklardan birini seçip, içini doldurup, onu aksesuar ve kostümlerle süsledikten sonra parti sonunda onu evlerine götürdüler. Dalya bir senedir bu partinin hayalini kuruyordu. En sonunda istediği gerçekleştiği için çok mutlu oldu.

Dalya 7 yaşında artık. Koca bir yedi yıl geçirdik onunla. Koca diyorum çünkü inanamıyorum 7 yaşında olduğuna. 7 yaş öyle bir yaş ki benim için sanki bundan sonra Dalya artık takip etmekte zorlanacağım bir değişim, bir büyüme evresine girecekmiş gibi geliyor bana. Bundan sonra bizim minik kızımız olmak istemeyecek, elimizi tutmayacak, minik sırlar paylaşacağı arkadaşlarıyla fısır fısır konuşmalar, gülmeler dönemine girecek ve yavaş yavaş hayatında kocaman bir yer kaplayan yerimizi arkadaşları alacak gibi geliyor. Bunların hiçbirinde bir zarar yok, biliyorum... Kızımız büyüyor ve bu süreçte daha önce hepimizin geçtiği dönemlerden bir bir o da geçiyor. Sağlıklı olan da bu zaten.

Değişim 6. yaşında başlamıştı bile aslında. Bu sene ilk kez bir arkadaşının evinde uyudu (sleep over), ilk pijama partisi gerçekleşti. Gerçi gitmeyi çok istediği halde gitmeden önce beni yalnız evde bırakıyor olduğu için çok huzursuz oldu. Döne döne benim ne yapacağımı, mutlaka eğlenmem gerektiğini söyledi durdu. Arkadaşlarıyla ilk gerçek dans show”ları, “gizli kızlar klubü” toplantıları ve “gizli günlük” tutmalar başladı. Ancak şunu söylemeliyim ki, o kulüplerde ve günlüklerde paylaşılan sırlar hala benimle paylaşılıyor. Belli ki bu “büyümeye” bizim gibi onun da alışması zaman alacak. Hepimiz öğreneceğiz ve alışacağız bu yeni duruma. Ne kadar büyürse büyüsün elbette değişmeyen bir şey olacak: o ne zaman isterse annesinin ve de babasının bebeği olabilecek.

İyi ki doğdun sevgili kızım, iyi ki hayatımıza girdin ve bizi anne-baba yaptın. Senin hayatımıza getirdiklerinle zenginleşerek hep beraber büyüyoruz. Nice nice, sağlıklı, mutlu yaşlar olsun sana...


6 Ocak 2014 Pazartesi

Çocuklarımızın Aktivitelerini Gelecekleri İçin Mi Seçiyoruz?



Yine okulun ilk dönemi bitti. Hem soğuk, hem kızımın okul ve okul dışı aktivitelerinin gösterileri, para toplamalar, kart yazmalar, hediye almalar, Noel yemekleri, partiler derken çok yorulduk. Hepsi hoş koşturmalar ama bir o kadar da yorucu.
Nihayet iki haftalık okul tatili başladı. Okul döneminde beni en çok yoran sıradan okula bırakıp ve almalar ve okul sonrası aktivite koşturmaları. Kendimi çoğu zaman kızımın özel şoförü gibi hissediyorum. Tatil süresince bunların hiçbiri olmayacağı için öğlene kadar pijama partisi verip sonra da bir iki müze keyfi ve Noel’e has eğlencelerden (buz pateni gibi) faydalanmayı planlıyorum.
Tabi bu arada okul döneminde feci yoğun olan bu aktiviteleri nasıl azaltabilirim diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. 3.20’de biten okul, hafta içi üç ve bir de hafta sonunda olmak üzere dört güne yayılan aktiviteler. Durum bu olsa da, kızımın evde olduğu zamanlarda odasında kısa bir sure zaman geçirdikten sonra televizyon veya ipad’e yönelmek istediğini görünce okul sonrası zamanını aktivitelerle daha iyi değerlendirdiğini düşünüyorum. Aktiviteleri sporla ilgili veya sanatsal uğraşlar olduğu için hem beden ve ruh sağlığı için faydalı şeyler yapıyor, hem yeni şeyler öğreniyor, hem de eğleniyor.
Her sene tüm aktivitelerini gözden geçirip bırakmak istedikleri veya devam istediklerine karar veriyor, yeni başlamak istedikleri varsa onları saptayıp aktivite listesini belirliyoruz. Ara ara yaptığımız sohbetlerle de sıkıldığı aktivitesi var mı öğrenmeye çalışıyorum, yani gerçekten severek yaptığına emin olmak istiyorum.
Aktivite Seçiminde Çocukları Geleceğe Mi Hazırlamalıyız?
Biz kızımın aktivitelerini belirlerken dünyanın 15 yıl sonra nasıl olacağını düşünerek değil onun şu anki ilgi alanını göre istedikleri olmasına dikkat ediyoruz. Oysa benimle aynı görüşte olmadığını gördüğüm İngiltere’de yaşayan başarılı bir işkadını ve anne Yasmine Mahmoudieh, çocukların aktivitelerinin onları geleceğin büyükleri olmak üzere hazırlamak üzere özenle seçilmesi gerektiğini belirtiyor. Ona göre çocuklar genç yaşta beyin zorlayıcı aktivitelerle tanışmalı. Bu doğrultuda ebeveynlere yol göstermek için yüksek kaliteli ve stratejik olarak seçilmiş aktiviteleri toplayarak bir web sitesi oluşturmuş. Mykidsy  (http://www.mykidsy.com/ ) adlı web sitesinde çocuklar için okul sonrası, hafta sonu ve tatillerde yapılabilecek bir sürü aktiviteyi bir arada bulmak mümkün.
Kendi çocuklarının okul dışındaki aktivitelerini de aynı düşünceyle belirliyor tabii ki. 7 yaşındaki oğlu yoga ve tekwando yapıyor ve temel bilgisayar programlarıyla başa çıkabiliyor. 11 yaşındaki kızı haftada bir Mandarin dersi alıyor, Kore savaş sanatı olan Tang Soo öğreniyor. Aynı zamanda yoga yapıyor, piano çalıyor, netball oynuyor ve javascript yazabiliyor.
Doğruyu söylemek gerekirse, hepsi biraz korkutucu geliyor kulağa. Ama uluslararası üne sahip bir mimar olan anne Yasmine Mahmoudieh, çocuklarının pek çok Britanyalı çocuktan daha fazla aktivite yapmadığını iddia ediyor. Ona göre futbol veya kağıtlı kek (cupcake) derslerine gitmekte yanlış hiçbir sey yok. Ama çoğu ulusal müfredatla öğrenilmeyen bilgisayar programlama, felsefe, girişimcilik, lisan ve yaratıcı düşünme gibi konularla çocukları, onları bekleyen ve hızla değişen dijital geleceğe hazırlamak gerektiğine inanıyor. 

21.Yüzyılda Çocuklarımızın Bilmesi Gerekenler:
Yasmine Mahmoudieh’e gore 21. yüzyıl çocuklarının bilmesi gerekenler kendi sözleriyle şöyle:
Yoga ve Meditasyon
Her çocuğa 5 yaşından önce meditasyon öğretilmeli. Yoga onlara disiplin, odaklanma ve hayatta karşılaşabilecekleri kötülüklerden korunmak için gerekli içsel güce nasıl sahip olabileceklerini öğretir. 

15 yaşından Önce Tutkusunu Keşfetmeli
Çocuklar bir şeylerden esinlenmelidir. Eğer bu resim yapma veya futbol değilse, ne olduğunu bulmak için ebeveynlerin daha çok çalışması gerekmektedir. Çok geç olmadan onları gerçekten neyin heyecanlandırdığı ve motive ettiği bulunmalı. 

Okul Dışında Bir Spor Yapmalı
Sporun faydaları saymakla bitmez. Futbol ve netball okulda en çok yapılanlar ama bu sporları sevmeyen çocuklar spor yapmaz oluyorlar. O nedenle okul dışında diğer spor türleri araştırılmalı. Çocuğa uyan spor türünü bulana kadar her şeyi denemek gerekmektedir. 

6 yaşından itibaren parasal konuları kavramalı
Çocuklar doğaları gereği girişimciler. Ebeveynler olarak biz de onlara cep harçlıkları konusunda dikkatli olmalarını öğretmeliyiz. 5-6 yaşlarındayken onları yaptıkları iş karşılığında para vermekle tanıştırmalıyız bu şekilde gerçek dünyanın nasıl işlediğini, okulun, evin ve yiyeceklerin parasını kim ödediğini anlamalarına çalışmalıyız. 

Teknoloji Tüketicisi Değil Üreticisi Olmalı
Bilgisayar programlama sembol ve talimatlardan oluşur, öğrenmesi pek çok  dile göre daha kolaydır. Çocuklar 6 yaşlarından itibaren basit programlama sistemleri öğrenebilirler. Bu onların problem çözme ve mantıklı düşünme yeteneklerini güçlendirme ve teknolojinin nasıl çalıştığını anlamalarını sağlar. 

5 Yaşından Önce Bir Dil ve Müziğe Başlamalı
Küçük yaşta bilinçsizce öğrenirsiniz. Araştırmalar küçük yaşta müzikle tanışan çocukların daha iyi dil, hafıza ve sorgulama yeteneklerinin olduğunu gösteriyor. 

Mahmoudieh’in çocuklar için rehberi fazla gerçekçi bence. Çocukların tutkularının ne olduğunu erken keşfedilmesinin gerekliliğine ben de katılıyorum ancak illa da geleceğe hazırlansınlar diye onlara bilgisayar programlama veya girişimcilik dersleri aldırmayı doğru bulmuyorum. Çocuğa farklı seçenekler sunarak ilgi alanlarını saptayıp tutkularını belirleyerek o doğrultuda yönlendirme yapmak daha doğru bana göre. Sonuç olarak yaşayacakları hayat onların bizim değil.


Kaynak:



Not: Bu yazı 06.01.2014‘de Alternatif Anne’de yayınlanmıştır.






http://alternatifanne.com/cocuklarinizin-aktivitelerini-nasil-secersiniz/