28 Nisan 2015 Salı

Okul, Yardım ve Dans...



Lara'ya hamileliğimin son bir iki haftasıyla başlayan ve sonrasında onu dünyaya getirdikten sonraki dönemde ana işim sanki sadece onu "büyütmek" oldu. Daha önce Dalya'nın neredeyse tüm koşuşturmaları (okula bırakıp almak, aktivitelerine götürüp getirmek) benim tarafımdan yapılırken bu süreçte destek kuvvetler devreye girdi ve ben de doğal olarak onun okul ortamından uzaklaştım. 
Bir önceki Cuma akşamı bir yılı aşkın bir süredir Dalya'nın okulunda devam eden inşaat çalışmalarının sona ermesiyle birlikte yeni okulun açılış kutlaması vardı. Biletleri aylar önce satışa çıkarılan kutlama geleneksel halk dansı (barn dance) konseptinde olacaktı. Öncesinde fazlaca planlama gerektirdiğinden aslında gitmeyi çok istemediğim  ama Dalya için oldukça önemli olan bir kutlamaydı bu. Benim için önemi ise Dalya ile kız kıza gideceğimiz ve bebek uyutma, emzirme, yedirmeden dolayı herhangi bir kesinti olmadan geçireceğimiz bir anne-kız zamanı olmasıydı.  Hazırlandık, Lara'yı babaya bıraktık ve gittik.


Okula adım atar atmaz yine o renkli, eğlenceli aile günlerinden biri olacağını anladım. Meğer ben bunca zamandır o kadar kopmuşum ki kızımın okulundan -bunda inşaat faaliyetlerinden dolayı azalan okul aile birliği (PTA) çalışmalarının da etkisi var tabii ki- gerçekten eğlence faktörünü göz ardı etmişim.

Geçen 3 yıl içinde okula para toplamak için gönüllü olarak pişirip sattığım kekler,  okul panayırlarında hazırlayıp sattığım meyve suları (smoothie), kıyafet değiştirme standında giydirdiğim çocuklar, Noel panayırında sattığım hediyelik eşyalar, Noel Baba'yı görmek üzere mağarasına taşıdığım çocuklar... Aynı okula giden çocukları için daha iyi şartlar sağlamak için çabalayan anne ve babalar ile paylaştığımız o birlik beraberlik ruhu ile ortaya çıkarılan muhteşem eserler, eğlendirilen çocuklar, geçirilen keyifli aile anları. Hepsini unutmuşum meğer.  Birden kendimi yine 3-5 anne babanın hayranlık verici çabası ile ortaya çıkan 2 saatlik muhteşem bir aile eğlencesi içinde buldum.

Kutlama için işlerinden erken çıkmış ebeveynler, gün içindeki diğer rollerinden sıyrılmış, ünvanlarını, koltuklarını bir kenara bırakmış, sadece anne ve baba olarak giyinmiş süslenmiş çocuklarının elini tutmuş ve gelmiş okulun açılışı için eğlenmeye.

Gözler ışıl ışıl, başladı herkes bilmediği bir türde dans etmeye. Okulun çılgın müzik öğretmeni elinde mikrofon dans komutları verdikçe benim de kendimi dans eden kalabalığın içinde bulmam çok gecikmedi. Tanımadığım ama gözümün aşina olduğu bir anne ile ele ele tutuştuk önce, sonra daha önceden göz aşinalığım bile olmayan komik kostümlü bir baba ile, sonra da Dalya ve onun gibi minik elli diğer arkadaşları ile. Bilmiyorduk hiçbirimiz o dansı ama yine de denedik, birbirimizin ayağına bastık, güldük, sohbet ettik ve hep beraber bizim yaptığımız minik yardımlarla tamamlanan yeni sınıfları, kütüphaneleri ve müzik odalarını kutladık. Biz yapmıştık evet, yenilenmiş okul hepimizin eseriydi (kimimizin belki daha çok).

İngiltere'de eğitim sisteminde memnun olmadığım bir sürü nokta var  ama diğer okullarda nasıl olduğunu bilmesem de Dalya'nın okulundaki ailelerin dayanışması ilk günden beri hep etkiledi beni. Sivil toplum bilinci ile oluşturulan bireylerin dayanışmasının  toplumsal yaşamı nasıl şekillendirebileceğine ilişkin çok başarılı örnekler oluşturuyor bu okul bence. Her şey devletten beklenmiyor veya devletten elde edilemiyor diye "elimizdeki buymuş bununla yetinelim" denmiyor. Hiçbir bireysel kazanç beklentisi olmayan salt kamu yararı amacı güden anne-babaların çalışmalarıyla azar azar büyüyen, çok güzel eserler çıkıyor ortaya. Ortaya çıkan faydalı eserlerin yanısıra muhteşem aile eğlenceleriyle de çocuklarımızın okul anıları ölümsüzleşiyor.

O gece eve daha önceden gayet iyi bildiğim bir duyguyu tekrar hissederek döndüm: aidiyet ve şanslılık. Kendimi bu topluluğa ait hissediyorum ve de şanslı.  Ayrıca biliyorum daha öğrenilecek çok şey var... 

23 Nisan 2015 Perşembe

Çocuktum, Çocuktun, Çocuktu...

Çocukluğumun 23 Nisanları okulumuzda sadece o tarihte düzenlenen çocuk baloları ile anlam bulurdu. Annemin öğretmen olduğu okulumuzdaki her çocuk balosuna katılırdık mutlaka. Annem bazen yardım ederdi baloya, bazen de sadece katılımcı olarak bulunurdu. Arkadaşlarımla doğum günleri dışında  eğlenmek amacıyla bulunduğumuz başka bir organizasyon olmadığı için öncesinde ince ince planlar yapan bizlere büyük bir mutluluk veren bir gündü 23 Nisan. Ötesini berisini bilmezdik bizim günümüzdü ve eğlenecektik o kadar...Ve eğlenirdik de...
Balodan sonra eve gelir, TRT televizyonlarında dünyanın dört bir yanından gelen dünya çocuklarının dans gösterilerini izler, o çocuklardan birini evimizde ağırlamanın ne büyük bir keyif olacağını düşünür derin bir iç çekerdim ben.
Her 23 Nisan, çocuk bayramı olmasından daha da öte tarihsel önemi ve anlamsal ağırlığının farkında bile olmayan biz çocukları yaşattığı içsel kıpırtı ile mutlu etmeyi başarırdı. Ve sonra bütün bir sene bir sonrakini beklerdik...
Şimdi iki kız çocuğu olan bir anne olarak memleketinden kilometrelerce uzakta çocuklarımı özgürlük, eşitlik ve demokrasi gibi evrensel ilkeler ile büyütmeye çalışırken neyi neden kutladığımızı da anlatmaya çalışıyor,  farklılıkları garipsemeyen, kucaklayan, birbirini dinleyen ve anlamaya çalışan bireyler olmaları için  uğraşırken içlerindeki çocuğu büyütmeden büyümeleri için çabalıyorum. Çünkü iyilik, güzellik çocukken öğrenilir, büyüdükçe yenileri  onların üzerine inşaa edilir. Çünkü ben de bir zamanlar çocuktum, sen de, o da... Belki bunu daha sık hatırlamalıyız. Aynen Antoine de Saint-Exupéry'nin söylediği gibi "Tüm büyükler bir gün çocuktular, ama bunu sadece birkaçı hatırlar".  
23 Nisan Çocuk Bayramınız kutlu olsun!!!

15 Nisan 2015 Çarşamba

Çocuğumun Öğretmenine Benzemesi Onun Okuldaki Başarısını Etkiler mi?





İngiltere’de ilkokulda 4. yılında olan bir çocuk annesi olarak içinde büyümediğim, dolayısıyla, yabancı olduğum eğitim sistemini sürekli sorgular haldeyim. Türkiye’de olsan da şu anki eğitim sistemine yabancı olurdun merak etme” diyen sesinizi duyar gibiyim. Biliyorum pek çok şey bizim çocukluğumuzdaki gibi değil hiçbir yerde, ayrıca bizim çocukluğumuzdaki eğitim sisteminin de iyi olduğunu savunuyor değilim. Biliyorum ki hepimiz bir anlamda yabancıyız bugünkü eğitim sistemine; ama kimi şeyler burada gerçekten farklı.

Söz gelimi her sene çocukların öğretmeni değişiyor veya her okulda böyle olmasa da bizim okulda iki senede bir aynı yıl sınıf öğrencilerinin sınıfları karıştırılıyor. Dolayısıyla çocuklar ne öğretmenleri ne de arkadaşlarına çok bağlanamıyor. Bu pek tabii ki bilinçli bir politika. Çocukların duygusal bağlardan erkenden sıyrılıp daha gerçekçi bireyler olmaları, ayaklarının yere daha sağlam basmalarını sağlamak esas amaç. Yan amaçlardan en önemlisi de öğrencilerin farklı öğretmenler tarafından değerlendirilmesini sağlayarak öğretmen önyargılarından soyutlanan bir sisteme ulaşmak olabilir diye düşünüyorum.  Yoksa bu mu esas amaç? Bilmiyorum...

Ben bunları neden bu kadar düşünüyorum? Çünkü benim kızım için duygusal bağ oldukça önemli. Sadece müfredata ilişkin hedeflerini yakalamaya çalışan, mekanik bir şekilde ders anlatan, mesafeli öğretmenlerle mutlu olamıyor kızım ve bu durum bence sınıftaki başarısına da yansıyor. Geçen seneki, herkesin çok tercih ettiği, akademik olarak çok başarılı, muhteşem öğretmeniyle hem kızım hem de biz, tüm çaba ve isteğe rağmen, o bağı kuramadık. Oysa bu sene okula nasıl istekli gittiğini ve öğretmeninin ondaki olumlu etkisini görünce keşke okula hep bu öğretmenle devam edebilse diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Oysa madalyonun bir de öteki yüzü var, ya sevmediği bir öğretmenle (ya da onu sevmeyen) okula devam etmek zorunda kalsa? O zaman ne acı verici olur.
Ben bunları kendi kendime kurar düşünürken, yakın zamanda yayınlanan öğretmen ile öğrencisinin kişilik benzerliğinin öğretmenin öğrencisinin başarısını değerlendirmede etkili olduğunu gösteren ilginç bir çalışmaya denk geldim. 
Almanya'nın Bamberg şehrinde Otto-Friedrich-Universitesi'nde araştırmacı olan ve bu çalışmayı yürüten Tobias Rausch öğretmenlerin görüşlerinin oluşumu ve dolayısıyla görüşlerindeki önyargılar hakkında çok az şey bilindiğini düşünerek böyle bir araştımaya gerek duymuş. Araştırmanın sonucu öğretmenlerin görüşlerinin genelde doğruyu yansıtmadığını gösteriyor.
Almanya'da 8. sınıfta okuyan 294 öğrenci ve 93 öğretmen grubunu inceleyen araştırmada katılımcıların hepsine dışa dönüklük ve uzlaşmacılık gibi temel kişilik özelliklerini ortaya çıkarmayı amaçlayan bir test uygulanıyor. Sonrasında öğrencilere okuma anlama ve matematik testi de uygulanıyor. Test soruları öğretmenlere de gösteriliyor ama onlar testi uygulamıyor. Öğrenciler testi bitirdikten sonra öğretmenlere iki soru soruluyor. Birincisi “bu çocuk ortalama bir 8. sınıf öğrencisine göre ne kadar iyi?” İkincisi ise “bu testte ne kadar iyi yapacak? “ İlk soru genel görüş , ikincisi  ise konuya özel görüş içeriyor. 
Şaşırtıcı olmayarak araştırma öğretmenle öğrenci ne kadar biribirine benziyorsa  öğrencinin öğretmen tarafından o kadar yüksek derecelendirildiğini ortaya çıkarıyor. Bu etki öğretmenlerin öğrencilerin okuma ve matematik testlerindeki başarılarını ölçtüğü konuya özel testlerde  görülmüyor. Sadece  onların genel yeteneğinin ölçüldüğü soruda görülüyor bu da zaten onları ne kadar sevdikleriyle ilgili.  Başka bir deyimle testten aynı sonucu alan iki öğrenciden öğretmenin daha çok sevdiğinin daha zeki olduğunu düşünmesi gibi.
Araştırmayı yapan Raush bu bulguyu iki açıdan önemli buluyor.
Birincisi öğretmenin farklı bir sürü şekilde olabilecek önyargısı adaletsiz olarak bazı öğrencileri geriye atabilir.  Israel’de yakın zamanda yapılan bir araştırmada benzer bir sonuca ulaşılmış. Öğretmenler ile öğrencilerin ortak ırk ve sosyo ekonomik duruma sahip olmalarına özen gösterildiği bu araştırma öğretmenlerin öğrencilerin cinsiyetini bilmeleri durumda kızlara matematikten daha düşük not verdiklerini göstermiş. 
İkincisi ise, Raush’un belirttiği şekilde, bu çalışma öğretmenlerin standardize değerlendirmeye dayanan bütünleyici ölçüm yapmalarının veya en azından öğrencinin kendi öğretmeni tarafından derecelendirilmediği değerlendirmeye tabi tutulmasının  önemini ortaya çıkarıyor.
Bu gibi durumları aşmak için Raush öğretmenlerin önyargılarını farketmeleri için onları eğitmeye biraz daha fazla zaman ayırmanın iyi bir fikir olabileceğini söylüyor. Ona göre “Öğretmenlerin öğrencilerinin yeteneklerini değerlendirme şekillerinin ve önyargılı görüş ve eğilimlerinin farkındalıklarını artırmak en iyi yoldur”. 
Bu araştırma kızımın okuldaki her yıl değişen ilgi ve başarısının öğretmeni ile arasındaki benzerlikten veya farklılıktan kaynaklandığını düşünmeye yönlendirdi beni. Ama şu unutulmamalı ki bu araştırma sadece bir örnek, genellenemez. Ayrıca öğretmenlerin sevmediği öğrencileri kasıtlı olara geride bıraktığı anlamına da gelemez. 
Ancak şu bir gerçek ki bu araştırma önyargıların farkında olunması ve onlarla savaşmaya çalışmanın önemini ortaya çıkarıyor. İnsan görüşü ne de olsa insan tarafından verilir ve bilinçsiz önyargı insan doğasının bir parçası maalesef. Ama güzel taraftan bakarsak her başarısızlık veya mutsuzluk durumunda bunun kaynağını çocukta aramamak, onun yerine bu sonucun altında yatan başka nedenleri irdelemek gerektiğini görmek bence bu araştırmanın oldukça olumlu bir sonucu.

Kaynak
http://www.npr.org/blogs/ed/2015/02/22/387481854/if-your-teacher-likes-you-you-might-get-a-better-grade


Not:  Bu yazı 15.04.2015'de Alternatif Anne'de yayınlanmıştır. http://alternatifanne.com/okul-ogretmen-basari/