Umarsızca şakımasına uyandım bir
kuşun, adeta ıslığıyla şarkı söylüyordu. Uzun bir kış olmuştu. Ağzını açan
herkesin söylendiği, başına nasıl felaketler geldiğini, kendisi için ne
zor günler olduğunu anlattığı bir kış bitmeye çalışıyor ama bitemiyordu.
Gün aydınlanmıştı ama daha çok erkendi. Bir ben duyuyordum sanki o kuşu, hem tüm ev halkı de hem sokak uyuyordu hala. Uzak topraklarda başlayan savaş Çin'den sonra Avrupa'ya da sıçrayıp İtalya'da patlak vermişti. Düşman
görünmez bir hızla ilerliyordu. Hakkında bin türlü söylenti vardı. İtalya'dan düşmanın nasıl azılı olduğu, insanları nasıl zalimce sevdiklerinden ayırdığı haberleri geldikçe savaş
tamtamlarının sesleri daha da bir yükseliyordu. Ne olduğunu bilmediğimiz bir
düşmana karşı korunmaya çalışmak oldukça endişe vericiydi.
İşte böyle bir dönemde, hem anne hem de evlat olmanın ağırlaştığı, gurbetin tam gurbet olarak içime işlediği bir günde, ateşten sırılsıklam, sessizce yatakta kıvrılmış bir şekilde kuşun sesini dinliyordum. Artık uyuyamazdım. Karanlık düşünceler ve bilinmezler uykusundan kuşun ıslığı uyandırmıştı beni. Ben uyurken kış bitmiş de, bahar mı gelmişti yoksa? Yorgun ve karışık duygu halim dağıldı, ateşten terlemiş bedenimi hissetmez, öksürükten yorulmuş nefesimi duymaz bir halde ayaklandım ve aklımdan geçenleri yazmaya koyuldum. Ne zaman bu hale geldi insanlık? Ne zaman duymaz olduk birbirimizin sesini? Ne zaman doymaz oldu gözler? Ne zaman en yakınımız bu kadar uzak oldu?
Covid-19 alarmı verilmiş ama okullar kapatılmamıs, evde kal kuralları daha ilan edilmemişti. İş, ev, okul, çocuklar, ödev, yemek, alısveriş sarmalı içinde koşuştururken olayın ciddileşen boyutu gözden kaçıyordu. Teslim tarihine yetiştirmeye calıştığım makale, Covid-19 ihtimalini hiç kondurmadığım ateş ve öksürük, ev işleri ve aile sarmalı içinde boğulmuştum adeta. En son Türkiye'deki Suriyeli göcmenler Ege denizine salındı, Yunan botları onları suda geri çevirmeye çalıştı ve bir sürü masum çocuk ve insan sefil oldu ya işte orada yakalamıştım ben dünya gerçekliğini ve tam da orada kaybolmuştum yine. Artık ötesini görmek de istemedim duymak da! Aylardır Brexit'den başka tek konu konuşulmayan Britanya ortamında "insanlık ölmüş artık, bir hayır gelmez bu dünyadan" diyerek insan olduğumdan utandığımı hatırlıyorum en son.
Sürekli kendini tekrar eder bir şekilde tarihin sayfaları birer birer aralanırken, pek çok insanlık suçunun nasıl gerçekleşebildiğine, olanlara nasıl müsaade edildiğine akıl erdiremezken yanı başında olanlara göz yuman insanlar dolu ortalık. İşte böyle bir dönemde karşımıza çıktı bu görünmez düşman. Britanya başbakanın "sevdiklerinizi erken kaybetmeye hazır olun" diye açıklama yapması ve aynı günlerde Türkiye'nin Britanya ile uçuşlarını durdurması sevdiklerimize istesek de ulaşamayacağımız gerçeğini yüreğimize mıh gibi oturttu. Sevdiklerimiz orada, biz burada yalnız kaldık. Kafada binbir düşünce ve kötüleyen belirtilerle, doktorla konuşmam sonrasında en nihayetinde Covid-19 olduğuma inanarak (ama test yapma şansım olmadığı için hiçbir zaman emin olamayarak) virüsü aileme bulaştırmamak için kapandığım odamda, kendi kendime iyileşmeye çalışırken, o kuşun sesiyle tekrar umut buldum. Adeta o kuş gibi 'cik, cik' diye aramaları sormaları bitmeyen, çorbadan çikolataya, süte kadar kapıma taşıyan arkadaşlarım ve hızlıca örgütlenen yerel yardım grupları bana moral oldu. Bir yanda korkunç acılar yaşanırken, salgın öncesindeki kutuplaşma ve ayrışma tüm dünyada yerini dayanışma ve bütünleşmeye bıraktı. Tüm bunlar olurken, insanlığın bu yaşadıklarının ne bir ilk ne de son oldugu gerçeği, başımıza gelenlerin -büyük bir talihsizlik olduğu- ama kurtuluşun birimizin değil hepimizin çabasıyla gerçekleşeceği ve bu günler geride kaldığında önemli olanın bu savaşta hangi safta yer aldığımızın olacağını düşünmek yüreğime bir parça su serpti.
İşte böyle bir dönemde, hem anne hem de evlat olmanın ağırlaştığı, gurbetin tam gurbet olarak içime işlediği bir günde, ateşten sırılsıklam, sessizce yatakta kıvrılmış bir şekilde kuşun sesini dinliyordum. Artık uyuyamazdım. Karanlık düşünceler ve bilinmezler uykusundan kuşun ıslığı uyandırmıştı beni. Ben uyurken kış bitmiş de, bahar mı gelmişti yoksa? Yorgun ve karışık duygu halim dağıldı, ateşten terlemiş bedenimi hissetmez, öksürükten yorulmuş nefesimi duymaz bir halde ayaklandım ve aklımdan geçenleri yazmaya koyuldum. Ne zaman bu hale geldi insanlık? Ne zaman duymaz olduk birbirimizin sesini? Ne zaman doymaz oldu gözler? Ne zaman en yakınımız bu kadar uzak oldu?
Covid-19 alarmı verilmiş ama okullar kapatılmamıs, evde kal kuralları daha ilan edilmemişti. İş, ev, okul, çocuklar, ödev, yemek, alısveriş sarmalı içinde koşuştururken olayın ciddileşen boyutu gözden kaçıyordu. Teslim tarihine yetiştirmeye calıştığım makale, Covid-19 ihtimalini hiç kondurmadığım ateş ve öksürük, ev işleri ve aile sarmalı içinde boğulmuştum adeta. En son Türkiye'deki Suriyeli göcmenler Ege denizine salındı, Yunan botları onları suda geri çevirmeye çalıştı ve bir sürü masum çocuk ve insan sefil oldu ya işte orada yakalamıştım ben dünya gerçekliğini ve tam da orada kaybolmuştum yine. Artık ötesini görmek de istemedim duymak da! Aylardır Brexit'den başka tek konu konuşulmayan Britanya ortamında "insanlık ölmüş artık, bir hayır gelmez bu dünyadan" diyerek insan olduğumdan utandığımı hatırlıyorum en son.
Sürekli kendini tekrar eder bir şekilde tarihin sayfaları birer birer aralanırken, pek çok insanlık suçunun nasıl gerçekleşebildiğine, olanlara nasıl müsaade edildiğine akıl erdiremezken yanı başında olanlara göz yuman insanlar dolu ortalık. İşte böyle bir dönemde karşımıza çıktı bu görünmez düşman. Britanya başbakanın "sevdiklerinizi erken kaybetmeye hazır olun" diye açıklama yapması ve aynı günlerde Türkiye'nin Britanya ile uçuşlarını durdurması sevdiklerimize istesek de ulaşamayacağımız gerçeğini yüreğimize mıh gibi oturttu. Sevdiklerimiz orada, biz burada yalnız kaldık. Kafada binbir düşünce ve kötüleyen belirtilerle, doktorla konuşmam sonrasında en nihayetinde Covid-19 olduğuma inanarak (ama test yapma şansım olmadığı için hiçbir zaman emin olamayarak) virüsü aileme bulaştırmamak için kapandığım odamda, kendi kendime iyileşmeye çalışırken, o kuşun sesiyle tekrar umut buldum. Adeta o kuş gibi 'cik, cik' diye aramaları sormaları bitmeyen, çorbadan çikolataya, süte kadar kapıma taşıyan arkadaşlarım ve hızlıca örgütlenen yerel yardım grupları bana moral oldu. Bir yanda korkunç acılar yaşanırken, salgın öncesindeki kutuplaşma ve ayrışma tüm dünyada yerini dayanışma ve bütünleşmeye bıraktı. Tüm bunlar olurken, insanlığın bu yaşadıklarının ne bir ilk ne de son oldugu gerçeği, başımıza gelenlerin -büyük bir talihsizlik olduğu- ama kurtuluşun birimizin değil hepimizin çabasıyla gerçekleşeceği ve bu günler geride kaldığında önemli olanın bu savaşta hangi safta yer aldığımızın olacağını düşünmek yüreğime bir parça su serpti.
O kuşun umut dolu şarkısı ve dost çorbalarının katkısıyla, ne olduğunu anlamadığım ve belki de hiç bilemeyeceğim, o hastalık bitti. Dışarı ilk çıktığımda üç hafta evden çıkamayan bana ortalığın bir hayalet şehre dönüştüğünü görmek çok üzücü geldi. Kendime gelir gelmez hastalık durumunda yardıma ihtiyacı olan komşulara destek olmak amacıyla bizim sokağın Covid-19 yardım grubunu
oluşturdum. Bayağı bir katılım oldu, içim huzur doldu. Ardından gelen birkaç gün
Paskalya tatili hepimize iyi geldi. Hastalık, iş, uzaktan eğitim ve moral bozukluğu karmaşasında fazlaca ihmal ettiğim çocuklarımla uzun
süredir yapılamayan kurabiyeler, patlatılamayan mısırlar, boyamalar ve filmler eşliğinde tembellik yaptık. Şükür diyerek geçirdiğimiz
anlarla dopdolu bir ev tatiliydi.
İnsanlığın varlığından bu yana yaşanan büyük değişim ve dönüşümlerin başka türlüsüne şahitlik ediyoruz. Bir tarafta ölüm var, diğer tarafta hayatta kalma çabası devam ediyor. Bir şeyler biterken yeni bir şeyler başlıyor. Yeni bir tarih yazılıyor ve biz de bunun bir parçasıyız. Tarihi hep beraber, insanlığın lehine yazma şansımız var; ne dersiniz?
Resim: Gustav Klimt, Death & Life
Tubacığım, öyle güzel,öyle derin anlatmışsın ki olan biteni...Dediğin gibi göçmenlerle dolu bota ateş edildiğini gördüğümde insanlığımdan utandım ben de. Bir göktaşı mi düşecek ne olacaksa olsun diye binlerce kez içimden geçirdim. Oysa ki nanometre boyutunda bir virüs dize getirdi tüm dünyayı, zengini,fakiri, ünlüyü,ünsüzü...insanlık bundan bir ders alır mı? Yooo, o kadar da değil.Bireysel dersler çıkarabiliyoruz sadece, bir dost sohbeti, sevdiklerimize ulaşabilme sarılabilmenin özlediğimiz sıcaklığı. Meğer ne kadar zenginmişiz dedirtiyor hepimize. Sağlığına kavuştuğuna çok sevindim candostum.
YanıtlaSilSevgili Mus'cüğüm çok teşekkür ederim. Zor günlerdi, hala da öyle aslında; dilerim geçer gider son olur.
Sil