24 Aralık 2013 Salı

Keyif İçin Okuma Beyin Gelişimini Etkiler mi?


Eylül ayında İngiliz “The Guardian” gazetesinde bir makale dikkatimi çekti. Makale, okumanın  çocukların beyin gelişimi üzerine etkisini değerlendiriyor. İlgimi çekti, paylaşmak istedim.
Parlak çocukların daha az yetenekli yaşıtlarına oranla okumaktan daha fazla keyif aldığı kimseyi şaşırtmaz sanırım. Ama keyif için okuma çocukların öğrenme oranın etkiler mi? İşte Matt Brown ve Alice Sullivan adlı iki araştırmacı bu soruya cevap vermek amacıyla, 1970 senesinde İngiltere, Galler ve İskoçya’da bir hafta içinde doğan 17,000 çocuğu günümüze kadar takip ediyor ve belli dönemlerde onlarla görüşmeler yaparak okuma ve beyin gelişimi arasındaki ilişkiyi irdelemek üzere araştırmalarını yürütüyorlar.
Birkaç yılda bir katılımcılarla görüşmeler yaparak eğitim ve iş hayatından tutun da fiziksel ve beyinsel sağlığa kadar hayatlarının farklı yönlerini takip etmeyi amaçlayan bu çalışma, uzun bir süre zarfında insan yaşamında ne tür etkilerin olduğunu saptamayı amaçlıyor.
Araştırma kapsamında çocukların 6,000’i 16 yaşına geldiklerinde bir kavram testine tabi tutuluyor. Test sonuçları 5 ve 10 yaşlarında da benzer teste tabi tutulmuş olan aynı sosyal altyapıdan gelen çocukların test sonuçları ile mukayese edildiğinde, 10 yaşında düzenli olarak kitap okuyan çocukların 16 yaşındaki test sonuçlarının daha az kitap okuyanlardan daha iyi olduğu görülüyor.
Doğduklarından beri takip edilen 17,000 kişi üzerinde yapılan bu çalışmanın sonuçları keyif için okumanın, kelime hazinesi, imla ve matematik seviyesinin daha ileri seviyeye gelmesini sağlayarak entelektüel gelişimi olumlu etkilediğini gösteriyor. Dahası söz konusu etki ortaokul üstü eğitim almış bir ebeveyne sahip olmanın etkisinin neredeyse dört katı.
Okumanın genç insanlara yeni kelimeler öğreterek kelime hazinesine olumlu etkisi çok açık. Ancak okuma ve matematik yeteneği arasındaki ilişki şaşırtıcı. Bu ilişki de okumanın genç insanlara yeni fikirler aşılaması, yeni kelimeler öğretmesinin yanı sıra, okuldaki yeni bilgileri ve kavramları daha kolay anlayıp öğrenmelerini sağlaması olarak açıklanıyor.
Söz konusu araştırma genç nesillerde okuma seviyesinin önceki nesillere göre daha az olmasını, entelektüel gelişimi olumsuz etkileyeceğinden dolayı, endişe verici buluyor.
Ayrıca araştırma bulguları, okulların ve kütüphanelerin geniş perspektifli kitaplar bulundurarak gençlerin sevdikleri yazarları keşfetmelerini sağlamalarının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekiyor.
Yakında söz konusu araştırma, keyif için okumanın etkilerinin ileri yaşamda da devam edip etmediğine de cevap verebilecek, çünkü 1970 üyeleri ile 2012’de onlar 42 yaşındayken, tekrar görüşme yapılarak bir kez daha okuma alışkınlıkları ve daha pek çok konuda sorular sorulmuş. Dört gözle sonuçları bekliyorum…

Kaynak




Not: Bu yazı 24.12.2013'de Alternatif Anne'de yayınlanmıştır. 
http://alternatifanne.com/keyif-icin-kitap-okuma-beyin-gelisimini-etkiler-mi/

16 Aralık 2013 Pazartesi

Cornwall Gezimiz (2)

Nisan 2013 Paskalyası'nda yaptığımız Cornwall gezisinin ikinci bölümüne Looe ve Polperro ile devam ediyorum:

4. Gün:

Looe ve Polperro :
Cornwall'da "Muhteşem Doğal Güzellikleri Bölgesi"nde yer alan ve balıkçı yerleşimi olan Looe ve Polperro’yu Cornwall'u çok seven ve iyi bilen bir İngiliz arkadaşımız önermişti. Looe'ya Penzance'dan 1.5 saatlik bir araba yolculuğuyla adeta gizli dağ yolları arasından geçerek ulaştık. Buradan ötede de olamaz artık dediğimiz bir anda karşımıza çıktı Looe.

Denize açılan kanyon edasindaki nehrin iki yakasındaki evler, nehrin üzerinde süzülen balıkçı tekneleri ve martıların uyumu muhteşem bir görüntü oluşturuyordu. Sanki bambaşka bir alemdeydik.



Bir balıkçı restoranında karnımızı doyurduktan sonra kendimizi yollara attık. Daracık sokaklar yine Akdeniz'i anımsattı bana. Etraftaki dükkanlarda yengeç kovası ve yengeç yakalama ekipmanı satıldığını gördük. Sonra bir de ne görelim? Nehir kenarında çocuklar ip ve kovalarla yengeç yakalamaya çalışmıyorlar mı? Yakaladıklarını da tekrar suya bırakıyorlar, işin usulü buymuş. Dalya'ya daha önceden verdiğimiz söz kapsamında hemen gerekli malzemeleri aldık biz de.



Murat olayı çözme alıştırmaları yaparken, kocaman kaymaklı dondurmayı yiyen Dalya ve ben yakındaki kumsalda kısa bir yürüyüş yaptık ve deniz kabuğu topladık. Sular yine çekilmiş, geriye kumsalda büyülü dalga izleri kalmıştı.

Yengeç yakalama deneyimlerimiz başarılı olamadı ama biz çok eğlendik. Looe'yu çok beğenip tahminimizden daha çok oyalandığımızdan Polperro'ya zaman kalmamıştı ama o kadar yol gelmişken oraya uğramadan Penzance'a dönmek istemiyorduk. 








Polperro da en az Looe kadar gizlenmiş. Burayı farklı kılan kayalıkların üstüne tünemiş kutu kutu balıkçı evlerinden oluşması ve evlerden taş ya da tahtadan incecik basamaklardan denize inilebilmesi.



Birbirine benzemeyen ve limana inen daracık sokaklar, neden bir zamanlar Polperro'nun kaçakçılık merkezi olduğunu anlatır gibi.










Yine tam bir Akdeniz görüntüsü, pastel renkli evler, dar sokaklar, karakterli, birbirine benzemeyen kafeler, restoranlar, kesinlikle  İngiliz değil.






İnsan daha iyi anlıyor buraları görünce neden Cornwalllular'ın kendilerini İngiliz görmediklerini.














Havanın kararması ve pek çok yerin kapalı olmasına rağmen yine de boydan boya yürüdük Polperro'yu. Burayı çok sevdiğimize ve bir daha gelmeye karar verdikten sonra 1.5 saatlik bir araba yolculuğuyla Penzance'a ulaştık.














5. Gün:

Eveeeet macera buraya kadarmış gece rahatsızlandım ben. Sanırım mideme birşey dokundu. Sanıyorum yediğim kocaman kaymaklı dondurmadan dolayı midemi üşüttüm. Emin olamasam da, tek bildiğim midemin bulandığı ve başımın feci döndüğüydü. 

Sabah uyandığımda her sabah dışarı çıkmaya direnen ve zor ikna ettiğim kızım "anne bugün nereye gidiyoruz" diye sordu bana. "Hiçbir yere, çünkü anne hasta". Dalya'nın organizasyonu ile yatağıma gelen kahvaltı ve geçmiş olsun dileği yazısı çok şirindi. Sıfır iştahla ve feci bulantıyla öğlene kadar ben yattım sonra da Murat ateşli bir şekilde yattı aynı şikayetlerden dolayı -hatta daha fazlasıyla.

İkindi vakti kendimi daha iyi hissederek artık bütün gün kendi kendine akıllı akıllı oynayan kızımı karşıdaki hediyelik eşya dükkanına götürmeye karar verdim. İlk geldiğimiz gün beğendiği hazine sandığındaki mücevherlerden aldı iki tane, iki de deniz kabuklu bilezik, biri kendine biri de arkadaşına. Ben de Cornwall hatırası olarak "vanilya fudge" aldım arkadaşlara. Koca bir günümüz hastalıkla geçmiş oldu.


6. Gün:

Paradise Park ve Jungle Barn:

Cuma sabahı daha iyi kaktık ama hala üstümüzden kamyon geçmiş gibiydi. Başka bir yürüyüşlü keşif gezisi yapacak halimiz kalmamiştı. Oysa bugün daha önce çıkamadığımız St. Michael's Tepe'sine çıkmayı istiyorduk ama yapamadık tabi. Öğleden sonra biraz toparlayınca, bize yarım saatlik mesafede, Hayle'de, Paradise Park ve Jungle Barn'a götürmeye karar verdik Dalya'yı.



Egzotik bahçeler içinde vahşi kuşları, flamingoları, penguenleri, baykuşları, su samuru, kırmızı panda, kırmızı sincap ve küçük bir hayvan çiftliği olan Paradise Park'ın yanı sıra çocuklar için kapalı oyun alanı olan Jungle Barn gerçekten çok eğlenceliydi.




Kartalların uçuşunu izleyip, çiflikte elleriye keçi ve eşek besleyen Dalya, güneşe ve gürültüye rağmen hiç istifini bozmadan uyuyan domuza çok güldü.




7. Gün:
Londra'ya Dönüş ve Tintagel Kalesi:

Ayrılış günümüz gelmişti. Hepimiz iyileşmiştik, korkunç soğuklar geçmiş, güneş bile çıkmıştı. Eşyalarımızı toparlayıp, Londra'ya doğru yola çıktık. 

Sular çekilmişti yine. St. Michael’s Tepesi için çok ideal bir gündü. Biz de uğramaya karar verdik. Ancak günlerden Cumartesi olmasına rağmen adaya geçişin o gün kapalı olduğunu söylediler bize. Ne yürüyerek ne de feribot ile mümkün değilmiş. Üzülerek ve de şaşırarak ama "vardır bunda da bir hayır" diyerek Londra yoluna koyulduk. Dönüş yolunda gezi listemizde olan ama yine hastalıktan dolayı gidemediğimiz, Kral Arthur'un doğduğuna inanılan Tintagel Kale'sini görmek için Tintagel'a uğramaya karar verdik.

Kral Arthur M.Ö 5.-6. yüzyıllarda yaşayan ve Britanya'yı Saxon istilasından kurtararak birlik kurduğuna inanılan efsanevi bir lider. Tintagel'i da özel kılan Kral Arthur’la özdeşleşmiş olması.


 



Bir buçuk saatlik muhteşem bir doğa yolculuğundan sonra küçük Tintagel'a ulaştık. Minik olmasına rağmen, doğal olarak, oldukça turistik bir yer Tintagel. Ama çok şirin çanak çömlek dükkanları ve kafeleri var. 14.yüzyıldan kalma Tintagel Postahanesi tam dönemin mimarisini yansıtıyor.



 


























Tintagel'a ulaşmak zor ama kaleye yürüyüş ve sonunda görülen manzara o kadar etkileyici ki, bir Kral Arthur hayranı olmasanız bile mutlaka görülmeye değer bence. Şehrin merkezine arabayı park ettikten sonra önce yokuş aşağıya yürüyerek sonra da sarp incecik taş merdivenlerden çıkarak ulaşılıyor 12. yüzyıldan kalma kale kalıntılarına.
  

Kral Arthur'un doğduğu yer olduğuna dair kesin kanıtlar olmasa da tarihte güçlü kişiliklere ev sahipliği yaptığı kesin. Yukarıya çıktıkça her atılan adımda manzaranın nasıl değiştiği ve nefes kesici olduğunu görüyor insan. Turkuaz rengi denizin kayalıklara vurmasıyla oluşan muhteşem görüntü yemyeşil çayırlarla bütünleşiyor adeta.












































İniş ve kaleye çıkış çok keyifliydi ama Tintagel'a geri dönüş yolu ağır geldi Dalya'ya. Babasının sırtında yaptığı yolculukla ulaştık merkeze. Sonrasında birer kahve ve sıcak çikolata molasıyla sonlandırdık gezimizi.
5.5 saatlik eve dönüş yolculuğumuz Cornwall'un tarihi, doğası, denizi, insanı, "fudge"ı, her ne kadar yiyemediysem de hamur işleriyle çok etkileyici bir yer olduğunu düşünerek geçti. Yanımda derin derin uyuyan Dalya'ya da söz verdiğim şekilde, bu defa ağzımıza sadece bir parmak bal çalan Cornwall'a kesinlikle daha sıcak bir havada tekrar geleceğiz.

Cornwall’a Giderken Yanında Bulunması Gerekenler
Su geçirmeyen plastik çizme
Yağmurluk, şapka, güneş gözlüğü

Dışarı Çıkmadan Kontrol Edilmesi Gerekenler
Gel git saatleri                                                                                          
Müze ve tarihi yerlerin açılıs kapanış saat ve günleri

Cornwall'dan Ayrılmadan Yapılması Gerekenler
Sayısız kumsallarının birinde yüzemeseniz de yürüyüs yapmak,
Suların çekilip tekrar yükselmesini izlemek,
Mazarion Kumsalı’ndan denizin içinden geçen taş yolla adaya geçerek Saint Michael’s Tepesi’ne çıkmak,
Cornish hamur işlerinden (pastry) tatmak,
Yengeç yakalamak ve sonra tekrar suya bırakmak,
Midye ve patates kızartması (moules frites) yemek,
Cornish kaymaklı fudge tatlısından yemek ve kremalı çayından içmek,
Sevimli hayvan çiftliklerinden birini ziyaret etmek.

Referanslar ve Faydalı Linkler









8 Aralık 2013 Pazar

Cornwall Gezimiz (1)

2013 sonlanmadan  sizlerle Nisan 2013 Paskalya'sında yaptığımız ve çok keyif aldığımız Cornwall gezimizi iki bölüm şeklinde paylaşmak istiyorum:

Paskalya her sene tüm Hristiyan aleminde kutlanırken tatili kollayanlar için de güzel bir fırsat oluşturuyor. Okulların aynı dönemde iki hafta tatil olması ve Hayırlı Cuma (Good Friday) ve Hayırlı Pazar (Good Sunday) sonrasını takip eden Pazartesi günün de tatil olması rutini bozmak isteyen herkesin bir yerlere kaçmasına neden oluyor. Biz de 2013 Paskalya tatilinin bir haftalık bölümünde İngiltere'nin popular bölgesi Cornwall'a gidelim istedik. Havalar çok iyi olmasa bile, güzel kumsal yürüyüşleri yapar, deniz havası alır, baharı karşılar geliriz diye düşündük.
Genelde otelde kalmayı tercih ederiz ama bu sefer İngilizlerin sıkça tercih ettiği bir yöntemle Penzance'da bir ev kiralayarak www.holidaylettings.co.uk ‘den bir haftalık rezervasyonumuzu yaptık..  

İngiltere genelde Nisan ayında yaz boyunca bulamadığımız ısıya ulaşır ama maalesef bu yıl oldukça soğuktu. Havadan beklentimizi düşük tutarak, "yağmur yağmasın gerisi hoş" diyerek hazırlığımızı yaptık. Kızım Dalya'yı yol çok rahatsız ediyor, onun için aldığımız mide bulantısı giderici ilaçlardan tutun da, ateş ölçerler, ateş düşürücüler, yürüyüş ayakkabıları, lastik çizmeler, kalın paltolar, yağmurluklar, hani hava düzelir belki diye t-shirtler, yiyecek birşeyler, Dalya'nın filmleri, aktiviteler, kalem, boya, resim defteri, bir iki oyuncak, Murat'ın balık tutma hayalleri için olta, fazla olumlu düşünerek mayolara kadar aldıktan sonra arabaya yerleşmek bayağı bir zor oldu tabii. Sıcak olmayacağını biliyor olsakta deniz ve tatile çıkma fikri öyle cazip gelmişti ki, eşya işini biraz abartmıştık galiba.

Neden Cornwall?

Cornwall, Britanya adasının güneybatı ucunda yer alan, batıda ve doğuda Keltik Deniz'i ile çevrili, kuzeyde Britanya'nın Atlantik Okyanus'una açılan ucu, güneyde İngiliz Kanal'ı ile doğuda ise Devon bölgesi ile çevrelenmiş, nüfusu 536,000 ve yüzölçümü 3,563 km2 (1,376 m2) olan, İngiltere'de pek çok tatil noktasını barındıran popüler bir bölge.

Yazın Britanya dışına çıkmak istemeyenler deniz, güneş ve doğadan istifade etmek için burayı tercih ediyorlar. Herkesi memnun edebilecek türde kumsalları, doğası, deniz ürünleri ve bölgeye özgü mutfağı ile oldukça revaçta. Bana göre tek eksiği yeterince güneşi olmaması ama İngiltere’nin güneşiyle barışık olanlar için çok iyi bir alternatif.

Cornwall’a ilişkin Londra'da tanıdığım herkesin bir hikayesi var. Kimilerinin mutlu çocukluk anılarına ev sahipliği yapmış, kimileri için gençlik yazlarını ifade ediyor, kimileri içinde bir emeklilik hayali. Ama Cornwall'u asıl farklı kılan Keltik tarihi, dili, kültürü, neredeyse 300 mil olan geniş sahil şeriti, güneşin daha bol ve mevsiminin göreceli olarak daha ılıman olması. Bu durum balıkçı limanlarının zenginliği, doğa çeşitiliği, görülmeye değer tarihi kalıntıları, sakin aile kumsallarının yanı sıra her türlü su sporunu mümkün kılan güçlü dalgaların varlığı, muhteşem yürüyüş parkurları, sıcak kanlı insanları, deniz ürünleri, Cornish hamur isleri, kaymaklı fudge tatlısı ve kremalı çayını da kapsayan zengin mutfağı ve yerel efsaneleri ile birleşince Cornwall'un Britanya Adası'nda, çok özel bir yeri oluyor.

Cornwallular bu zengin tarih ve doğa güzelliklerinden dolayı kendilerini İngiliz kültüründen ayrı tutuyorlar. Cornwall'a ait herşeyi "Cornish" olarak ifade ediyor ve İngilizcenin yanısıra kendi dillerini konuşmaya devam ediyorlar.

Cornwall'a Yolculuk:

Toplamda 5-5.5 saat araba yolculuğu ile ulaştık Penzance'a. Sabah erken yola çıkmayı düşünüyorduk ama Dalya'nın beklenmedik ateşi bizi geciktirdi. İnatçı bir ateş olduğunu farkedince doktora görünmeden yola çıkmak istemedik. Sürekli bademcik enfeksiyonundan dertli olan yavrucak için doktorun verdiği antibiyotiği de yanımıza aldık. Yolculuğu ateş düşürücülerin desteğiyle, arka koltukta, anne kız uyuyarak geçirdik. Akşama Penzance'a ulaştığımızda kalacağımız evi tahmin ettiğimizden çok daha güzel bulduk. Tam bir dağ evi çizgisinde döşenmiş bir çatı katı dairesiydi ev. Ütü masasından bulaşık makinesi deterjanına kadar hiç bir eksiği yok; gayet temiz; sıcacık ve kıyıda park etmiş koca bir gemi olmasa (!)  alabildiğine deniz manzaralı.

1. Gün:

Penzance, Marazion ve St Michael‘s Tepesi:

Güzel bir gece uykusundan ve de ertesi gün hastalık ve yol yorgunluğunun rehavetini attıktan sonra ufak bir yürüyüş yaptık Penzance'da. Cornwall'da sahil şeridinde boydan boya yürüyüş yapılabilecek tek yermiş Penzance (Quay-Newlyn arasında). Bu durum sakin kumsalların varlığı ile birleşince özellikle çocuklu aileler için çok cazip kılıyormuş burayı.
Havanın soğuk olacağını biliyorduk ama bu kadarını beklemiyorduk sanırım. Yağış yoktu ama feci soğuktu. O nedenle daha fazla üşümeden asıl görmek istediğimiz St. Michael's Tepesi'ne gitmek için Marazion'a doğru yola çıktık.

Marazion'un alabildiğince uzanan çok güzel bir kumsalı var. Ama asıl cazibesi National Trust tarafından korunan St. Michael's Tepesi'ne ulaşılan tek nokta olması. St. Michael's Tepesi'nin kule, kilise ve kalesi deniz seviyesinden 230 feet yükseklikte ve Mazarion Kumsalı'ndan yaklaşık 500 m uzaklıkta. Bu tepeyi görülesi kılan ise gel git etkisiyle suların çekildiği zaman adaya ulaşımın vaktiyle keşişler tarafından yapılan bir taş yol ile gerçekleşmesi. Sular yükseldiğinde taş geçit sular altında kaldığından adaya küçük bir feribot yardımıyla geçiliyor.




Cornwall sahilinde suların yukselip geri çekilmesi neredeyse her gün oluyor, o nedenle gidilecek kumsalın ziyaret tarihindeki gel git saatlerini önceden öğrenmekte fayda var. Her ne kadar hem Dalya hem de ben, o sihirli yoldan geçerek tepeye çıkmayı çok istediysek de, biz kumsalda yürürken sular yükseldiği için bunu yapamadık. Yapabildiğimiz tek şey bu doğa mucizesini ve kararan gri bulutlar arasından bize bakan St. Michael's Tepesi'ni uzaktan seyretmek oldu.



Muhteşem manzara ve gel git mucizesine şahitlik etmek, alabildiğine Marazion kumsalında bata çıka yürümek, Dalya'nın doğa torbasını deniz kabukları ile doldurmak ve sonrasında adaya bakan bir kafede kremalı Cornish çayı içip, tarihi Marazion yollarında keyifli bir yürüyüş yapmak bizi az da olsa teselli etti.


2. Gün:

Minack Tiyatrosu ve Porthcurno Kumsalı:

Ertesi gün havanın ne kadar soğuk olduğunu biliyorduk. Ama önceki günün büyüsüyle, daha toparlanma sürecinde olan ve hatta antibiyotik kullanan çocuğumuzla (!)  tüm rüzgara rağmen Minack Tiyatrosu ve Porthcurno Kumsalı'na gittik. Murat'ın Dalya'yı uçurma-düşürme  endişelerine rağmen taaa oralara gelip de sarp bir kayalığın üstüne kondurulan ve pek çok sanatsal faaliyete ev sahipliği yapan açık hava tiyatrosu Minack görülmeden olmazdı. Dalya'ya sımsıkı sarılıp, tiyatroyu şöyle bir turlayıp, dalgalarla köpürmüş muazzam turkuaz Porthcurno Kumsal'ına tepeden bakıp ayrıldık. Kafede sıcak çikolatayla ısınıp heyecandan zor tuttuğumuz Dalya'yı Porthcurno Kumsal'ına götürdük.





Gel git durumunda ıslanmamak için ayaklarımıza plastik çizmelerimizi giydik. Daracık bir yoldan biraz yürüyerek ilerlerken birden bir çöl fırtınası içindeymiş gibi olduk, gözümüze yüzümüze kum doldu. Biz temizlenene dururken, kendimizi bir anda kumsalda bulduk.








Bana Antalya Kaputaş Kumsal'ını hatırlattı Porthcurno turkuaz rengi ve muhteşem kumsalıyla.


Çılgın rüzgara rağmen elinde bir değnekle kumsala resimler çizen Dalya'yı durdurmak ne mümkündü?











Rüzgardan şaha kalkan dalgalar sertçe kayalık olan kıyıya vurdukça köpükler oluşuyor, pamuk gibi parça parça havada uçuşuyordu.
  



 



















Dalya'nın sevinci ve heyecanı görülmeye değerdi. Hep beraber köpükleri kovaladıktan sonra, kumsaldan ayrılmaya hiç niyeti olmayan kızımızı doğa torbamızı doldurma bahanesiyle kandırarak, sular yükselmeden ayrıldık Porthcurno kumsalından.

Falmouth:

Karnımız acıkmıştı ve Cornwall'a gelip de çok ünlü olan Cornish hamur işlerinden (pastry) yememek olmazdı. Ama ben gluten yiyemediğim için glutensizlerini yapan Ogy Ogy adlı bir kafenin olduğu Falmouth'a gitmeye karar verdik. Falmouth dünyanın 3. doğal limanına sahip, güzel kumsalları ve Pendennis kalesiyle iyi bir ünü var ancak geçmişteki korsanları ve kaçakçıları ile de kötü bir üne sahip.

Ben glutensiz hamur işi heyecanı ile yanıp tutuşurken Ogy Ogy'ye ulaştığımızda saatin 3’ü bulduğunu ve kafenin kapanıyor olduğunu gördük. Paskalya sonrası tatil (Bank Holiday) günüydü, bunu tahmin etmeliydik. Daha fazla aç aç dolaşmadan, bir deniz ürünü restoranına girip karnımızı doyurduk sonra daha fazla el ayak çekilmeden Falmouth’in ana caddesinde bir yürüyüş yaptık. Neyse, glutensiz hamur işi bahanesiyle Falmouth'u da görmüş olduk.

Falmouth gerçekten çok güzel bir şehir, inişli çıkışlı yokuşlu, mimarisi çok hoş, oldukça gelişmiş ama aynı zamanda karakterini korumuş şirin bir liman kenti ve üniversite şehri.  Günün sonunda bütün gün çok akıllı olan Dalya'ya ödül olarak adına "Candy Floss Cornish" koyduğu bir Cornish bebek alıp gezimizi sonlandırdık.

3. Gün:

St. Ives:

3. güne herkes yorgun basladı, evden çıkmaya hiç niyeti yoktu Murat'ın ve oyuncu Dalya'nın. Sevgili eşime sadece bir tek yere gideceğimizi, Dalya'ya da onu yine çok güzel bir kumsala götüreceğimi söyleyerek ikna etmeyi başardımRotamız St.Ives'dı. Burası Bodrum'un Türkbükü gibi Cornwall'un turistik açıdan en gözde olan şehri. Park yeri bulmaktaki zorluk bu durumun bir kanıtıydı.

Arabadan inmemle birlikte, gözlerimi dibi görünen turkuaz renkli denizden alamadım. Adeta Yunanistan veya İspanya gibi bir Akdeniz ülkesindeydim. Tabiki eksik olan gerçek güneş ve ısıydı. Güneş vardı olmasına ama çok rüzgarlı ve soğuktu.






















Dalya kumsalda oynayan çocukları görünce çılgına döndü ama dönüşte oynayacağımıza söz verip St. Ives'ın cıvıl cıvıl dar sokakların attık kendimizi. Hediyelik eşyalar, Cornwall'a has bir tatlı olan fudge ve kaymak (clotted cream) dükkanları, kitapçılar, deniz ürünleri restoranları, çay evleri ve kafeler arasında güzel bir yürüyüş yaptıktan sonra alelade bir balık restoranına oturduk.

Kuzey Fransa'yı çok anımsatan İngiltere'nin bu bölgesinde midye ve patates kızartması yenmeliydi (moules frites) mutlaka. Biz de öyle yaptık.

Sonra da Dalya'ya verdiğimiz sözü tutmak üzere kumsala gittik hep birlikte. Murat uzunca bir kürek satın aldı Dalya için. Gözleri çıplak ayaklarla kumsalda oynayan İngiliz çocuklarında olan Dalya, hala tam iyileşmemiş olmasına ragmen, bir fırsatını bulup da dondurucu soğukta soyunmayı kollasa da, kalın palto, şapka ve atkı eşliğinde kale ve kazı çalışması yapmaya girişmişti bile.





















Sular inanılmaz bir şekilde çekilmiş (bakınız son iki resim arasındaki değişime), tekneler adeta karaya vurmuş gibiydi. Dalya kumdan kale yapa dursun, biz de denize bakan güneşli bir bankta kahvelerimizi yudumladık. Keyifli bir gün daha sona ermişti.
Bir sonraki yazımda Cornwall maceralarımız devam edecek...


Referanslar ve Faydalı Linkler











2 Aralık 2013 Pazartesi

Büyümeyen Tek Çocuk Peter Pan'dır







Kızımın son iki senedir en sevdiği kitap kahramanı Peter Pan. Önce kitap olarak girdi hayatımıza birkaç farklı baskısı ile, Türkçesi ve İngilizcesi defalarca okundu, sonra da filmleri. 2012 Paskalyası’nda Disneyland Paris gezimizden sonra bir de Alice Harikalar Diyarında’nın Alice karakteri ile tanıştık. 
Çocukluğumda Peter Pan ve Alice ile ilk tanıştığımda ne hissettiğimi ve bende nasıl bir etki bıraktıklarını hatırlamıyorum, o yüzden kızımın daha çok Peter Pan’a olsa da, her iki kahramana ilgisi baştan beri hayli merakımı uyandırdı. Bendeki merak orada dursun, tam da ben Londra'da tiyatro izleme korkumu aşmışken, ikinci tiyatro şölenimizin Peter Pan karakterine ilham veren Peter Llewelyn Davies ve Alice Harikalar Diyarında’nın Alice’ine ilham veren Alice Liddell Hargreaves’in gerçek hayatta karşılaşmasını konu alan “Peter ve Alice” oyununa denk gelmesi  bir tesadüf değildi tabii ki! 
Oyunculuğunu her zaman çok beğendiğim Judi Dench’in Alice Liddell Hargreaves karakterini canlandırdığı oyunun ilanını gördüğüm ve konusunu okuduğum an görmek istedim. Çocukken Peter Pan ve Alice’e karşı ne hissettiğimi hatırlamayan ben, koca bir kadın olunca büyümüş bir Peter ve yaşlanmış bir Alice ile karşılaşınca hatırlamadığım o hissi belki yakalarım ve kızımın hislerini daha iyi anlarım diye iyice bir heyecanlandım.
Gladyatör filmiyle Oscar ödülü alan John Logan tarafından yazılan oyunun yönetmeni Michael Grandage.
John Logan’ın böyle bir oyun yazması hem her iki karakterin hem de bu karakteri yaratan yazarların pek çok ortak özelliğe sahip olmasından kaynaklanıyor bence. Her ikisi de fantastik kahraman: Alice yer altına girip hayal ötesi bir dünyada buluyor kendini; Peter Pan ise zaten kendisi hayal ötesi özellikler taşıyor. 
Her iki romanın yazarı da çocukları çok seviyor ve gerçek hayatta romanlarına ilham veren karakterlerle zaman geçirmekten çok hoşlanıyorlar. Peter Pan’ın yazarı J.M.Barrie Kensington Parkında St.Bernard köpeği ile yürüyüş yaparken 3 erkek kardeş olan Llewelyn Davies kardeşler (George, John ve Peter) ve bakıcıları ile karşılaşır. Zamanla beraber oyun oynamaya başlarlar ve bir süre sonra ailenin yakın dostu olur. Çocuklar onu “Jim Amca” diye çağırırlar. Alice Harikalar Diyarında’nın yazarı Lewis Carroll ise (gerçek adı Charles Dodgson) Oxford-Christ Church’de matematik dersi verirken okula dekan olarak atanan Henry Lidell’in yakın dostu olur. O zaman 10 yaşında olan kızı Alice ve kız kardeşleriyle bolca zaman geçirir. Beraber bot gezileri yaparlar ve onlara hikayeler anlatır. Bunun sonucunda her iki roman da söz konusu çocuklarla gerçek yaşamda oynanan oyunlar, şakalar ve eğlenceler üzerine kurgulanmıştır. 
Fakat “Peter ve Alice” oyunu söz konusu romanlardaki bu çocuksu eğlenceyi ve heyecanı anlatmıyor maalesef. Oyun her iki romana ilham veren Peter Llewelyn Davies ile Alice Liddell Hargreaves’in, 1932’de Amerika’da, Alice 80 yaşında ve Peter 30 yaşında iken ilk kez karşılaşmalarından yola çıkan hayali bir sohbet üzerine kurulmuş. Başlangıç diyalogları uzun ve zaman zaman sıkıcı. Konuşmadan akılda kalanlar: Peter Llewelyn Davies Peter Pan’e ilham vermiş olmaktan sıkıntı duyuyor, roman yazarı J.M.Barrie’yi sevmiyor, olumsuz bir kişiliği var ve mutsuz; Alice Lidell Hargreaves ise yaşın verdiği olgunlukla daha dingin, daha olumlu, romanla ve yazarıyla barışık ve hayatındaki bu gelişmeden memnun.
Hayatı boyunca Peter Pan’ın yükü altında ezilen ve sıradan bir insan olmayı çok isteyen, geçmişine kızgın Peter ile sevilen bir roman kahramanına ilham vermekten memnun olan Alice’in kitaplar ve kahramanları üzerine yaptıkları tartışma oldukça derin. 
Oyunda bir süre sonra her iki romanın yazarları Lewis Carroll ve J.M.Barrie çıkıyorlar sahneye. Daha sonra fantastik Peter Pan ve Alice karakterlerinin de katılmıyla iki eserin yazarları, kahramanları ve ilham perileri sahneyi adeta bir sürrealist geçit törenine dönüştürüyor. Zaman zaman takip edilmesi güç diyaloglar oluşsa da Peter Pan’ın şakacı, yaramaz tavırları ile büyüklere ilişkin yorumları (hep zamana tabi yaşamaları ve her zaman bir yere yetişmek durumunda olmaları gibi) diyaloglara renk katmanın yanı sıra Peter Pan’ın neden hiç büyümek istemeyip hep çocuk kalmak istediğini haklı çıkarmaktadır. 
Kısa süre için bile olsa sahnede yaratılan o çocuksu hoş ortam oyunun sonlarına doğru özenle dağılır ve küçük Alice ve Peter Pan’ın ağzından duyarız Alice Lidell Hargreaves ve Peter Davies’in büyümüş yaşamlarından çirkin kesitleri. Alice Lidell Hargreaves’ın mutlu bir evliliği olmadığını, yalnız bir yaşamı olduğunu, eşinin ölümünden sonra maddi sıkıntılar çektiğini, iki oğlunun 1. Dünya Savaş’ında öldüğünü; Peter Llewelyn Davies’in Peter Pan'ın ağır yükü altında ezilerek hiç bir zaman mutlu olmadığını, Barrie tarafından sevilmediğini, alkolik bir yaşama sürüklendiğini ve en sonunda kendisini bir trenin altına atarak hayatına son verdiğini öğreniriz. Nefeslerimiz derinleşir, salondaki sessizlik içimize oturan derin kasveti anlatır gibidir. Boğazlarımız düğümlenerek oyun biter.
Kendi yaşamlarındaki felaketlerden ve mutsuzluklardan kaçarak belki de yaşayamadıkları çocukluklarını Lidell ve Llewelyn Davies ailelerinde bulan Carroll ve Barrie dört elle sarılmıştı Alice ve Peter’ın kardeşleriyle geçirdikleri güzel çocukluk günlerine. O çocuklar daha büyümeden, hayatlarında kayıplar ve üzüntüler yaşamadan Carroll ile Barrie yazdıkları romanlarla o müthiş eğlenceli oyun anlarını dondurmayı başardılar. Biraz da fantastik öğeler ekleyerek, yıllar geçse de her çocuğun zevkle okuyup, dinleyip, izleyebileceği kalıcı kahramanlara dönüştürdüler onları. 
Kızımla bir Alice Harikalar Diyarı’nda ve Peter Pan bağı yakalamayı umarak izlediğim Peter ve Alice oyunu, muhteşem oyunculuk ve kurgusuna rağmen, içime bir sıkıntı salıverdi. Oyun sonrasında ve eve dönüş yolu boyunca keşke Alice Lidell Hargreaves ve Peter Llewelyn Davies’in sonraki yaşamlarını hiç bilmeseydim diye düşündüm. Keşke hep Alice Harikalar Diyarı’nda ve Peter Pan olarak kalsalardı aklımda. Ancak eve gelip de güzel güzel uyuyan kızımı görünce oyun boyunca bize verdikleri çalkantılı ruh hali yerini derin bir huzura bıraktı. Bir anda kızımla yarın ne oynayacağımı düşünmeye başladığımı farkettim ve o an anladım ki oyun amacına ulaşmış. 
Geleceği kimse bilemez, onu kontrol altına almak mümkün değil; ama bugün ve şu an elimizde. Kızım hala bir çocuk, bir oyun çocuğu ve ben büyümüş ama çocukları çok seven ve bir sürü oyun fikrine sahip bir anneyim. Onu mutlu etmek hala çok kolay ve benim onunla doyasıya oynama şansım var. Korsanlardan uçarak kurtulabilir, bir tavşanın peşine takılıp yer altında yolumuzu kaybedip sonra bir labirentte yolumuzu bulmaya çalışabiliriz. O anne olur ben bebek, rollerimizi değiştirebilir ve sadece bugünü, şu anı, yaşayabiliriz. Çünkü unutmamak gerek her çocuk bir gün büyür, büyümeyen tek çocuk ise Peter Pan’dır . 

Kaynak:

Not: Bu yazı 02.12.2013 tarihinde Alternatif Anne'de yayınlanmıştır.