16 Aralık 2013 Pazartesi

Cornwall Gezimiz (2)

Nisan 2013 Paskalyası'nda yaptığımız Cornwall gezisinin ikinci bölümüne Looe ve Polperro ile devam ediyorum:

4. Gün:

Looe ve Polperro :
Cornwall'da "Muhteşem Doğal Güzellikleri Bölgesi"nde yer alan ve balıkçı yerleşimi olan Looe ve Polperro’yu Cornwall'u çok seven ve iyi bilen bir İngiliz arkadaşımız önermişti. Looe'ya Penzance'dan 1.5 saatlik bir araba yolculuğuyla adeta gizli dağ yolları arasından geçerek ulaştık. Buradan ötede de olamaz artık dediğimiz bir anda karşımıza çıktı Looe.

Denize açılan kanyon edasindaki nehrin iki yakasındaki evler, nehrin üzerinde süzülen balıkçı tekneleri ve martıların uyumu muhteşem bir görüntü oluşturuyordu. Sanki bambaşka bir alemdeydik.



Bir balıkçı restoranında karnımızı doyurduktan sonra kendimizi yollara attık. Daracık sokaklar yine Akdeniz'i anımsattı bana. Etraftaki dükkanlarda yengeç kovası ve yengeç yakalama ekipmanı satıldığını gördük. Sonra bir de ne görelim? Nehir kenarında çocuklar ip ve kovalarla yengeç yakalamaya çalışmıyorlar mı? Yakaladıklarını da tekrar suya bırakıyorlar, işin usulü buymuş. Dalya'ya daha önceden verdiğimiz söz kapsamında hemen gerekli malzemeleri aldık biz de.



Murat olayı çözme alıştırmaları yaparken, kocaman kaymaklı dondurmayı yiyen Dalya ve ben yakındaki kumsalda kısa bir yürüyüş yaptık ve deniz kabuğu topladık. Sular yine çekilmiş, geriye kumsalda büyülü dalga izleri kalmıştı.

Yengeç yakalama deneyimlerimiz başarılı olamadı ama biz çok eğlendik. Looe'yu çok beğenip tahminimizden daha çok oyalandığımızdan Polperro'ya zaman kalmamıştı ama o kadar yol gelmişken oraya uğramadan Penzance'a dönmek istemiyorduk. 








Polperro da en az Looe kadar gizlenmiş. Burayı farklı kılan kayalıkların üstüne tünemiş kutu kutu balıkçı evlerinden oluşması ve evlerden taş ya da tahtadan incecik basamaklardan denize inilebilmesi.



Birbirine benzemeyen ve limana inen daracık sokaklar, neden bir zamanlar Polperro'nun kaçakçılık merkezi olduğunu anlatır gibi.










Yine tam bir Akdeniz görüntüsü, pastel renkli evler, dar sokaklar, karakterli, birbirine benzemeyen kafeler, restoranlar, kesinlikle  İngiliz değil.






İnsan daha iyi anlıyor buraları görünce neden Cornwalllular'ın kendilerini İngiliz görmediklerini.














Havanın kararması ve pek çok yerin kapalı olmasına rağmen yine de boydan boya yürüdük Polperro'yu. Burayı çok sevdiğimize ve bir daha gelmeye karar verdikten sonra 1.5 saatlik bir araba yolculuğuyla Penzance'a ulaştık.














5. Gün:

Eveeeet macera buraya kadarmış gece rahatsızlandım ben. Sanırım mideme birşey dokundu. Sanıyorum yediğim kocaman kaymaklı dondurmadan dolayı midemi üşüttüm. Emin olamasam da, tek bildiğim midemin bulandığı ve başımın feci döndüğüydü. 

Sabah uyandığımda her sabah dışarı çıkmaya direnen ve zor ikna ettiğim kızım "anne bugün nereye gidiyoruz" diye sordu bana. "Hiçbir yere, çünkü anne hasta". Dalya'nın organizasyonu ile yatağıma gelen kahvaltı ve geçmiş olsun dileği yazısı çok şirindi. Sıfır iştahla ve feci bulantıyla öğlene kadar ben yattım sonra da Murat ateşli bir şekilde yattı aynı şikayetlerden dolayı -hatta daha fazlasıyla.

İkindi vakti kendimi daha iyi hissederek artık bütün gün kendi kendine akıllı akıllı oynayan kızımı karşıdaki hediyelik eşya dükkanına götürmeye karar verdim. İlk geldiğimiz gün beğendiği hazine sandığındaki mücevherlerden aldı iki tane, iki de deniz kabuklu bilezik, biri kendine biri de arkadaşına. Ben de Cornwall hatırası olarak "vanilya fudge" aldım arkadaşlara. Koca bir günümüz hastalıkla geçmiş oldu.


6. Gün:

Paradise Park ve Jungle Barn:

Cuma sabahı daha iyi kaktık ama hala üstümüzden kamyon geçmiş gibiydi. Başka bir yürüyüşlü keşif gezisi yapacak halimiz kalmamiştı. Oysa bugün daha önce çıkamadığımız St. Michael's Tepe'sine çıkmayı istiyorduk ama yapamadık tabi. Öğleden sonra biraz toparlayınca, bize yarım saatlik mesafede, Hayle'de, Paradise Park ve Jungle Barn'a götürmeye karar verdik Dalya'yı.



Egzotik bahçeler içinde vahşi kuşları, flamingoları, penguenleri, baykuşları, su samuru, kırmızı panda, kırmızı sincap ve küçük bir hayvan çiftliği olan Paradise Park'ın yanı sıra çocuklar için kapalı oyun alanı olan Jungle Barn gerçekten çok eğlenceliydi.




Kartalların uçuşunu izleyip, çiflikte elleriye keçi ve eşek besleyen Dalya, güneşe ve gürültüye rağmen hiç istifini bozmadan uyuyan domuza çok güldü.




7. Gün:
Londra'ya Dönüş ve Tintagel Kalesi:

Ayrılış günümüz gelmişti. Hepimiz iyileşmiştik, korkunç soğuklar geçmiş, güneş bile çıkmıştı. Eşyalarımızı toparlayıp, Londra'ya doğru yola çıktık. 

Sular çekilmişti yine. St. Michael’s Tepesi için çok ideal bir gündü. Biz de uğramaya karar verdik. Ancak günlerden Cumartesi olmasına rağmen adaya geçişin o gün kapalı olduğunu söylediler bize. Ne yürüyerek ne de feribot ile mümkün değilmiş. Üzülerek ve de şaşırarak ama "vardır bunda da bir hayır" diyerek Londra yoluna koyulduk. Dönüş yolunda gezi listemizde olan ama yine hastalıktan dolayı gidemediğimiz, Kral Arthur'un doğduğuna inanılan Tintagel Kale'sini görmek için Tintagel'a uğramaya karar verdik.

Kral Arthur M.Ö 5.-6. yüzyıllarda yaşayan ve Britanya'yı Saxon istilasından kurtararak birlik kurduğuna inanılan efsanevi bir lider. Tintagel'i da özel kılan Kral Arthur’la özdeşleşmiş olması.


 



Bir buçuk saatlik muhteşem bir doğa yolculuğundan sonra küçük Tintagel'a ulaştık. Minik olmasına rağmen, doğal olarak, oldukça turistik bir yer Tintagel. Ama çok şirin çanak çömlek dükkanları ve kafeleri var. 14.yüzyıldan kalma Tintagel Postahanesi tam dönemin mimarisini yansıtıyor.



 


























Tintagel'a ulaşmak zor ama kaleye yürüyüş ve sonunda görülen manzara o kadar etkileyici ki, bir Kral Arthur hayranı olmasanız bile mutlaka görülmeye değer bence. Şehrin merkezine arabayı park ettikten sonra önce yokuş aşağıya yürüyerek sonra da sarp incecik taş merdivenlerden çıkarak ulaşılıyor 12. yüzyıldan kalma kale kalıntılarına.
  

Kral Arthur'un doğduğu yer olduğuna dair kesin kanıtlar olmasa da tarihte güçlü kişiliklere ev sahipliği yaptığı kesin. Yukarıya çıktıkça her atılan adımda manzaranın nasıl değiştiği ve nefes kesici olduğunu görüyor insan. Turkuaz rengi denizin kayalıklara vurmasıyla oluşan muhteşem görüntü yemyeşil çayırlarla bütünleşiyor adeta.












































İniş ve kaleye çıkış çok keyifliydi ama Tintagel'a geri dönüş yolu ağır geldi Dalya'ya. Babasının sırtında yaptığı yolculukla ulaştık merkeze. Sonrasında birer kahve ve sıcak çikolata molasıyla sonlandırdık gezimizi.
5.5 saatlik eve dönüş yolculuğumuz Cornwall'un tarihi, doğası, denizi, insanı, "fudge"ı, her ne kadar yiyemediysem de hamur işleriyle çok etkileyici bir yer olduğunu düşünerek geçti. Yanımda derin derin uyuyan Dalya'ya da söz verdiğim şekilde, bu defa ağzımıza sadece bir parmak bal çalan Cornwall'a kesinlikle daha sıcak bir havada tekrar geleceğiz.

Cornwall’a Giderken Yanında Bulunması Gerekenler
Su geçirmeyen plastik çizme
Yağmurluk, şapka, güneş gözlüğü

Dışarı Çıkmadan Kontrol Edilmesi Gerekenler
Gel git saatleri                                                                                          
Müze ve tarihi yerlerin açılıs kapanış saat ve günleri

Cornwall'dan Ayrılmadan Yapılması Gerekenler
Sayısız kumsallarının birinde yüzemeseniz de yürüyüs yapmak,
Suların çekilip tekrar yükselmesini izlemek,
Mazarion Kumsalı’ndan denizin içinden geçen taş yolla adaya geçerek Saint Michael’s Tepesi’ne çıkmak,
Cornish hamur işlerinden (pastry) tatmak,
Yengeç yakalamak ve sonra tekrar suya bırakmak,
Midye ve patates kızartması (moules frites) yemek,
Cornish kaymaklı fudge tatlısından yemek ve kremalı çayından içmek,
Sevimli hayvan çiftliklerinden birini ziyaret etmek.

Referanslar ve Faydalı Linkler









2 yorum:

  1. Tekrar gitmek istedim. Ne kadar çok yer gezmişiz.

    YanıtlaSil
  2. Yine gideriz Muratcım, ama bu sefer hava sıcak olsun lütfen :)

    YanıtlaSil