Bir
bebek beklerken kimimiz için bebeğin cinsiyetinin ne olacağı çok önemlidir, kimimiz
için ise o kadar değil. İster merakla
bekleyelim ister çok önemsemeyelim, bebek dünyaya geldiği zaman bir cinsiyeti
vardır:
ya kızımız olmuştur ya da oğlumuz...
Çocuklarımızın
çoğu önceleri doğum anında,
son yılllarda da ana rahmindeyken ultrasound ile öğrenilen cinsiyetleri
doğrultusunda yüzyıllardır süregelen kalıplar çerçevesinde yetiştirilirler. Bu
doğrultuda davranılır onlara, kıyafetler ve oyuncakları bu yönde alınır. Ancak çocuklarını
basmakalıp normlar dışında büyütmek isteyen aileler de vardır. Çocuklarına herhangi
bir yönlendirme yapmayan, kıyafetlerinde nötr renkler seçen, oyuncak
seçimlerini çocuklarının tercihleri doğrultusunda yapan bu ailelerin sayısı da
gün geçtikçe artmaktadır.
Durum
bu olsa da maalesef toplumdaki her iki cinsiyete de verilen rol ve beklenti
normlarını aşmak hiç de kolay değil. Öyle ki
toplumsal cinsiyet normları konusunda daha açık görüşlü olan ailelerin bile
kabullenmekte zorlanacağı durumlar olabiliyor yaşamda. Çocuğunun kendi
cinsinden hoşlandığını öğrenmek (eşcinsel) veya kızının aslında bir kız bedeninde
hapsolmuş bir erkek (transseksüel) veya oğlunun aslında erkek bedeninde bir kız
olduğunu (transseksüel) öğrenmek ve dahası bunları kabullenmek hiçbir ebeveyn
için kolay olmasa gerek. Cinsellik, toplum içinde sıradan durumlarda bile
konuşulması zor, sınırları olması gereken bir konu iken, böylesi hassas bir
konuda, kendi çocuğundaki bu tür farklılıkları konuşmak ve kabullenmek daha da
zordur.
Çapa
Tıp Fakültesi Psikiyatrı Bölüm Başkanı (2013’de bu görevinden ayrıldı) ve Psikososyal Travma Programı’nın
(PSTP) kurucusu Prof. Dr. Şahika Yüksel çocuğun cinsel kimliğinin 3 yaşına
kadar oluştuğunu belirtse de çoğu zaman aile ve birey tarafından bastırılan bu
durum ergenlik döneminde veya çok sonraları açığa çıkabiliyor ( http://listag.wordpress.com/videolar/
). Bu cinsel kimliği kabullenme süreci hem çocuk hem de aileler için bir sürü
reddediş, isyan ve sıkıntılı günleri getiriyor beraberinde.
İşte
bu reddediş, isyan ve sonrasında kabulleniş hikayelerini anlatan bir filmden
bahsedeceğim size bu yazımda: “Benim Çocuğum”. Can Candan’ın uzun metrajlı belgesel filmi,
çocukları eşcinsel, biseksüel veya trans bireyler olan Türkiyeli bir grup anne
ve babanın hikayelerini içten bir şekilde anlatıyor.
Birçok
Avrupa ülkesinde gösterilen “Benim
Çocuğum”, pek çok uluslararası ödüle de layık görülmenin yanı sıra TBMM ve Avrupa
Parlamentosu’nda da gösterildi. Türkiye’de ise üniversitelerin özel
gösterimleri ve film festivalleri çerçevesinde gösterilmeye devam ediyor. (Gösterimler
için bknz. Listag Film’in facebook sayfası https://www.facebook.com/listagfilm/events
ve “Benim Çocuğum” internet sitesi http://www.benimcocugumbelgeseli.com/gosterimler.aspx#.UvIz3mJ_vNt).
Ebeveynlerin
çocuklarına yapabilecekleri en büyük iyiliğin onların benliklerini bulma
konusunda yol göstermeleri ve destek olmaları olduğuna inanıyorum. Benlikten
kasıt bireyin özellikleri,yetenekleri,değer yargıları,amaç ve ideallerine
ilişkin kanılar olduğu gibi (http://www.sosyalhizmetuzmani.org/benlikveiletisim.htm)
toplumdaki pek çok kimliğinin yanısıra cinsel kimliği de içermektedir. Bu
nedenle söz konusu belgesel beni oldukça düşündürdü ve duygulandırdı.
Heteroseksüel
bir toplumda, daha en başta kendi ailelerinde “oldukları gibi” kabul edilmeyen ve kendilerini içe
kapayan çocukların, okul gibi pek çok sosyal ortamda arkadaşları ve kimi zaman
öğretmenlerinin “alaycı” tavırlarıyla yaşadıkları sıkıntılar ve -herşeye rağmen-
ergenlik döneminde engel olamadıkları dışa vurumları ve ailelerinin önce reddediş
ve sonra kabulleniş süreci gerçekten izlenmeye değer.
Filmden
bende kalan birkaç ebeveyn çığlığı şöyle:
“Çocuklarımız önce aileleri içinde dışlanıyorlar,
toplum onları nasıl kabullensin?”
“Kimseyle
paylaşamadık, utandık, saklandık”
“İki seçenek çıkmıştı karşıma ya elalemi
seçecektim ya da çocuğumu. Ben de çocuğumu seçtim.”
“Biz aktivist değiliz anneyiz”.
“Yaşam,
eğitim, okuma hakkı elinden alınmasın, herkes gibi normal yaşamlarına devam etsinler diye
uğraşıyorum”.
“Yaşadıklarımdan
anladım ki, insanların oğlu veya kızı olmuyor, doğduğu andan itibaren insanın
çocuğu oluyor. Kızımdı oğlum oldu, isterse oğlumdu kızım olsun: o benim
çocuğum.”
Ailelerin
birer birer anlattıkları filmin başında bir tokat gibi yüzümüze vursa da, sonrasında
sıkıntılarını aşıp çocuklarını oldukları gibi kabullenmeleri adeta bir şenlik
havasında dile getiriliyor. Çünkü artık toplumun kemikleşmiş normlarının önemi
yok onlar için. Tek istekleri çocuklarının ötekileştirilmediği, aksine
kucaklandığı, bir toplum için değişim ve dönüşüme aracılık etmek. İşte tam bu
nedenden dolayı bir şenlik edasıyla
anlatılıyor filmin ikinci yarısı. Annelerin babaların bir araya
gelmeleri, dertleşmeleri, yalnız olmadıklarını anlamaları, birbirlerini
bilgilendirmeleri ve destek olmaları, LİSTAG bünyesinde örgütlenmeleri,
aktivist olmaları ve TBMM ziyaretleri her biri ayrı bir uyanış ve ebeveynlik
hikayesi. Annelik, babalık ve insanlık adına alınacak çok ders, öğrenilecek çok
şey var...
Cinsel
kimlik çocuğun benliğini oluşturan kimliklerden sadece biri. Çocuklarımızı tüm
kimlikleriyle oldukları gibi kabullenmek ve sevebilmek bence en büyük amacı
olmalı ebeveynliğin. Diliyorum bunu başarabilen ebeveynler tarafından
yetiştirilen çocukların oluşturduğu mutlu, sağlıklı bir topluma ulaşabiliriz
bir gün. Aynı filmin sonunda ifade edildiği gibi “Tüm çocukların özgürce ve eşit haklara sahip
bireyler olarak yaşayabildikleri bir dünya hayaliyle...”...
Kaynaklar
Not: Bu yazı Alternatif Anne’de 23.02.2014 tarihinde
yayınlanmıştır.