Tatsız bir geceydi. 2013 senesi kış aylarından bir gece. Son bir kaç gündür ateşli olan kızımızın ateşi gece hayli yükselmiş, biz de onu acile götürmek zorunda kalmıştık. Doktoru görene kadar çocuklar için hazırlanmış özel bekleme odasında bekliyorduk.
Uzayan bekleme süresi
etrafımdaki ilginç insan manzaralarına yöneltti beni. Karşımızda oturan 7-8
yaşlarında bir erkek çocuğu annesi ve babasıyla konuşuyordu. Bir yandan
huysuzlanan kızımı yatıştırmaya çalışırken bir yandan da onların konuştuğu
dile kulak kabarttım. Büyük olasılıkla bir Doğu Avrupa diliydi. Sonradan
öğrendim ki çocuk bozuk para yutmuş, göğüs filmi için bekliyorlarmış J. Derken minik kapkara bir
oğlan çocuğu girdi odaya, ardından babası. Beraber hızla girip çıktılar odadan.
Onların da konuştukları dil dikkatimi çekti. Hangi dil olduğunu kestiremedim
ama kulağıma bir Afrika dili gibi geldi. Sonrasında ağlamaktan gözleri şişmiş
bir kadın ve İngiliz asıllı olmadığını düşündüğüm bir erkek yüksek ateşli minik
bebekleriyle geldiler odaya. Onlar İngilizce konuşuyorlardı. Ardından yüzünde
sadece gözlerini görebildiğim, kucağında en fazla üç haftalık bebeğini taşıyan
kara çarşaflı esmer bir kadın ve yine esmer bir erkek girdi odaya. Odadaki
kimse birbirine benzemiyordu ve herkes kendi arasında diğerlerinin anlamadığı
kendi dilini konuşuyordu. Aynı bizim kendi aramızda Türkçe konuştuğumuz gibi.
Bir anda tuhaf bir yabancılık duygusu oluştu bende, hemen sonrasında da daha
öncesinde farklı durumlarda aynı farkındalığın bana yaşattığı aynı ürpertiyi
tekrar hissettim. Kendi kendime "Babil gibi burası" dedim, "kimse birbirinin söylediğini anlamıyor ".
Yaşadığımız yer dünyanın en çok konuşulan dillerinden birinin ülkesi, güneşin batmadığı imparatorluk olarak anılan Birleşik Krallık'ın başkenti Londra. Medeniyeti, insanlarının - zaman zaman- rahatsız edici kibarlığı, hareket eden bulutları, uçsuz bucaksız yeşili ve dur durak bilmeyen yağmuruyla tanınan, İngilizlerin, rengi gri ama ruhu renkli, dingin şehri. Dünyanın dört bir yanından gelmiş kendilerine memleket edinmiş bir sürü kimliği barındıran bu şehrin gayet 'beyaz İngilizlerinin' ağırlıklı yaşadığı bir bölgesinde, o gece hastanede gördüğüm farklı renkler ve diller beni bir kez daha hayretlere düşürdü.
Saygı ve anlayışla bir
arada yaşamayı başaran, ayrılıktan değil farklılıktan beslenen zenginleşen
tekdüze bir kültürde yaşarken, bu kadar zenginlik ve çeşitliliği barındıran
ülkemdeki farklılıkların bir arada yaşama zorluğu o gece bir kez daha dokundu
bana. Bir gün aynı tür bir anlayış ve saygıya kendi ülkemizde de ulaşmayı
umut ederek ayrıldık hastaneden, "belki bir gün bizde
de olur" diyerek...
Recep Uzuncakara: Tasvirinle Londra'ya gitmis, gormus gibi oldum. Farkliliklari cok guzel islemissin.
YanıtlaSilSolmaz Kilic: Simdi Londra'da olmak vardi.
YanıtlaSilTubacim, insanin kendi dilini, kulturunu yasayarak baska kulturlere dillere gun icinde girip cikmasi; hayatini zenginlestirmesi; baskalarininkine de renk katmasi ne guzel. Bir gun Turkiye'de de bu cesitliligi, renkliligi saygiyla yasamayi umuyoruz.
YanıtlaSilParayı yutan çocuğun durumunu sormadan edemeyeceğim. Yazı harikaydı bu arada...Mehmet Baydın
YanıtlaSilTuba, yazina bayildim. Kalemine saglik! kesinlikle hakisin! lDunyanin pek cok yerinden ve kulturunden insanin yazinda tasvir ettigin gibi havasi gri ama kendisi rengarenk ve yasayan Londra'da ozgurluklerine dokunulmadan yasayabiliyor olmasi, 600 yil koca bir zenginlik, din, dil, kultur catisi altinda hosgoru ve zenginlik icinde yasamis bir imparatorlugun torunlari olarak bize ders olmali! Neyin kavgasi veriliyor bazen gercekten anlamak zor! Bu arada Londra 'yi ozledigimi farkettim;)
YanıtlaSilEsin Karakaya
Tubacim,yazilarinin takipcisiyim.Eline saglik
YanıtlaSilDemokrasinin beşiğini o çılgın havaya rağmen yaşamak için harika bir yer yapan bence en temel özelliği çok güzel yazmışsın Tubacım:) Yeni yaşam tarzımızda klavyene sağlık:))
YanıtlaSilSaliha
Insanlarin farkliliklarini saklama gizleme geregi duymadan, utanmadan, asagilayici veya elestirel bakislardan cekinmeden birarada yasayabilmeleri gercekten guzel birsey. Boylesi acik kulturlerde buyuyen cocuklar farkli insan tiplerine oyle alisik oluyorlar ki oynadigi cocugun gozleri cekikmi, derisi koyuymus, ona bakan hemsire zenciymis umurlarinda olmuyor. dis gorunuse onem vermeden buyuyup oyle yetiskinler oluyorlar. bizim gibi farkliliklari mozaik haline, daha dogrusu bulamac haline, getirmeyi bir marifet sayan kulturlerde ise turban gibi basit bir konu 10larca yil gundemi mesgul eder, uzerinde politikalar gelistirirlir, tezler yazilir, rantlar kazanilir. nasil bu hale geldik, getirildik, veya boyle bir kulturde cocuklarimizi cokrenklilige acik bireyler olarak nasil yetistirebiliriz?
YanıtlaSil