10 Ekim 2013 Perşembe

"Camping" mi, "Glamping"mi? (2)

İngiltere'deki kamp maceramızın ilk gecesinde soğuktan uyuyamayan ve zifiri karanlıka uyanan ben, ertesi gün Londra'ya dönme fikrini aklıma koymuştum. Ancak sabah kuş cıvıltılarıyla uyandığımızda dışarıdaki pırıp pırıl parlayan güneş ve önceki günden kaldıkları yerden oyuna devam eden çocuklar, gecenin soğuk ve karanlıkla mücadele kısmını silip götürdü. Londra'ya dönme fikrimden vazgectim. 

1. Gün 

Çocuklara hızlı bir kahvaltı ettirdikten sonra sobanın üstünde ısıttığımız suyla demlediğimiz çaylarımızı alıp 9.30 da başlayacak olan çiftlik turuna yetiştik. Çadırda kalan tüm ailelerin katılımıyla, çiftliğin sahibi olan çiftçiyi takip ederek başladık turumuza. 

Koyunlar, inekler, boğalar, domuzlar, tavşanlar, atlar ve keçiler arasında geçirdiğimiz 1 saatlik bir gezinti bize çiftlikte yaşayan hayvanlar hakkında bilgi vermenin yanı sıra onları tek başımıza ziyaret ettiğimizde neleri yapıp neleri yapamayacağımız hakkında da bilgilendirmiş oldu.

  






















Gezi sırasında aşka gelip çektiğim resimlerle cep telefonumun azalan sarjının bitmesiyle dış dünyayla olan tek bağım da kopmuş oldu .
Dönüşte çiftliğin içindeki "Honesty Market"'e (Dürüstlük Marketi) uğrayıp yumurtalarımızı aldıktan sonra çadırımıza döndük. Markette ekmek, yumurta, süt gibi temel ihtiyaçların yanı sıra sosis, pizza, biskuvi ve dondurma bile bulmak mümkün. İlginç olan markette satış yapan kimsenin olmaması. Alışveriş yapan kişi alışverişten sonra markette bulunan deftere tarih atıp, çadır numarasını belirterek aldığı şeyi not ediyor ve ödemeyi çiftlikten ayrılırken yapıyor. Alışveriş tamamıyla beyana dayalı olduğu için dürüst olmak gerektiğini hatırlatmak amacıyla markete, ironik bir şekilde, ‘Honesty Market’ demişler.

Çiftlik turundan sonra geri döndüğümüzde, televizyon ve ipad’in akıllarına dahi gelmediği çocuklarımız, kendilerini yüzyıllardır dünyanın her yerinde tüm çocukların oynadığı türlü türlü doğa oyunlarına bırakmışlardı bile. Onlar oynaya dursun biz de güzel bir Türk kahvaltısı hazırladık bahçeye.

Sonrasında çiftlikte önerilen bir güzergahı takip ederek, tarlalar arasından bir keşif yürüyüşü yaptık. Papatyalar topladık, çimlere yattık, kovalamaca oynadık, şarkılar söyledik, hazine avı yaptık ve sonra da yorgun ve mutlu bir şekilde çadırımıza döndük.














Karınlar acıkmıştı tabii. Çocuklara çiftlikten aldığımız sosisleri mangalda pişirdik, tatlı olarak da 'marshmallow'ları (Çokomel'in ve Halley'in arasındaki beyaz kaymakımsı şekerleme) közledik. Büyükler için de benim Londra‘da pişirip beraberimde getirdiğim sosla makarna yaptık, yanına da güzel bir salata yaparak peynir ve şarapla açık havada yemek yemenin keyfini çıkardık.  
Çocukları erken yatırmayı başardıktan sonra sıcacık sobanın başında yaptığımız çaylı sohbetimizin ardından biz de erkenden yattık. Bu gece ısı anlamında bir önceki geceye göre daha sıcaktı. Gecenin bir yarısında yanıma gelen Dalya ile daha da sıcak geçti. Bütün gece odada bir mumu yanık tuttuğumuz için önceki gece yaşanan karanlık buhranı yaşanmadı.

2. Gün

Pazar sabahının ilk programı 9.30'da kızlar için daha önceden rezervasyon yaptığımız tay besleme ve temizleme (pony grooming) seansıydı. Yine onlara hızlı bir kahvaltı yaptırıp, at ahırına gittik. Bu sefer bayan çiftçi vardı. Onun  gösterdiği şekilde kızlar Mermaid ve Alice adlı tayların önce toynaklarını temizlediler sonra onları kaşağıladılar ve beslediler. Son olarak da at kuyruklarını şampuanlı suyla yıkadılar. Bir yandan çok eğlenirken bir yandan da atlar hakkında bir sürü şey öğrendiler. Ayrılmadan önce çiftçi, bayan keçilerin beslenme saatine denk geldiğimiz için elimize 2 adet biberon tutuşturdu. Kızlar biberonlarla keçileri beslediler. İnanılmaz keyifliydi.
  

Sonrasında çadıra dönüp güzel bir kahvaltı hazırladık yine. Kahvaltıdan sonra Londra’dan bizi günübirlik ziyarete gelen arkadaşları da alarak hep beraber arabayla Dorset gezisi yaptık. Ayrıca kamptan 40 dakikalık mesafede olan Shaftesbury’e gittik.
Shaftesbury deniz seviyesinden 219 m yüksekte inşa edilmiş bir şehir ve Britanya'nın en eski ve en yüksek şehirlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Biraz yürüyüş yapıp Shaftesbury merkezinden aşağıya doğru muhteşem manzarayı izledikten sonra mangal için alışveriş yapıp tekrar çiftliğimize doğru yola çıktık. 

  

Kampa gelinir de mangal yapmadan gidilir mi hiç? Gelir gelmez erkekler, özellikle Murat, mangal işine girişti. Biz bayanlar da salata yaptık ve çiftlikteki son akşam yemeğimizi de çocukların sevinç çığlıkları ve sohbet eşliğinde geçirdik. 








Yemekten sonra bir çiftlik yürüyüşü yaptık. Daha önce görmediğimiz tavşanları ziyaret ettik. Dönüş yolunda tavukları da gördük, yumurta var mı diye baktık. Sonra keçilerle karşılaştık, Dalya ve arkadaşının koştuğunu gören 2 adet keçi bir tür oyun oynandığını düşünerek kızları kovalamaya başladılar. İki inatçı kız ve iki inatçı keçi hoplaya zıplaya kovalamaca oynadılar. Kızlar korkuyla karışık sevinç içinde hoplarken, biz de gülmekten yerlere yatıyorduk tabi.

Çadıra döndükten sonra, çocukları yatırıp alacakaranlıkta dönüşümlü olarak son bir doğa yürüyüşü yaptık. Daha sonra yıldızları izledik ve fazla oksijenin verdiği yorgunluğa daha fazla dayanamayarak uyuduk.

Ayrılış

Kamptaki son sabahımızda hava güneşli ve oldukça sıcaktı. Gerçekten çok şanslıydık. Dalya'nın uyanmasıyla kaç gündür kümesten taze yumurta almaya çalışan ama bir türlü denk getiremeyen kızlar, hemen yumurta almaya koştular ve en sonunda ikişer yumurta almayı başardılar. Uykudan şişmiş gözleri, güneşten yanmış pembe yanakları, pijamaları ve ellerindeki yumurtalar ile nasıl da gürbüz köy çocuklarına dönüşmüşlerdi 2 gün içinde.
Hızla toparlandık ve sonra Dalya’nın "keşke hep burda yaşasaydık anne, hiç burdan gitmek istemiyorum" diye söylenmelerine rağmen arabamıza yerleştik ve Mount Pleasant’a veda ettik.  Dar geçitli, keyifli manzaralı Dorset tarlaları arasından Londra’ya doğru yola çıktık.

Yolculuğa başlar başlamaz Dalya 3 gün boyunca bir kere bile sormadığı ipad’de oyun oynamak istedi. Ben şarj olan cep telefonumla dünya bağlantılarıma kavuştum. Murat da işten gelen telefon çağrıları ve mesajlarla iş hayatının gerçekliğine geri döndü. 

Evet, kamp tatilimiz sona ermişti ama hepimiz biliyorduk ki doğada elektriksiz, teknolojisiz geçirdiğimiz bir kaç gün bize çok iyi gelmişti ve en sonunda yüzümüze gülen İngiltere’nin güneşli havasının yardımıyla ısınan iliklerimiz bizi bir sure idare ederdi. Peki bir daha kamp yapar mıydım? Klasik anlamda bir kamp tatiline hala yokum, ama ‘glamping’e, evet varım .

Giderken Yanında Bulunması Gerekenler
Lastik çizme,

Yağmurluk,

Polar,

Mevsime gore palto,

Kat kat kıyafet,

Gözlük,şapka, mevsimine gore bere, eldiven,

Battaniye (bizim ihtiyacımız olmadı ama hava belli olmaz),
Tüplü kamp ocağı (sobada suyu ısıtmak veya birşey pişirmek çok zaman alıyor)

Vücut havlusu (duş almak mümkün, marketin hemen yanında kabinlerden oluşan ortak bir duş alanı var ama kendi havlunuz ve temizlik malzemelerinizin olması gerekiyor),

Bulaşık deterjanı / sabun,

Havlu kağıt /tuvalet kağıdı,

1 yorum:

  1. Birtanem,sabah uyanır uyanmaz ilk işim yarım kalan kamp maceranızı okumak oldu . Doğa ile baş başa güzel bir tatil geçirmenize çok mutlu oldum . Bunu bize de yaşattın . Tebrikler.... Seni seviyorum . Nezahat

    YanıtlaSil