Arabayı
nasıl kullandığını bilmiyor, midesi bulanıyor sanki kalbi duracak gibi
oluyordu. Bir an önce okula ulaşıp onların hayatta olup olmadığını öğrenmek
istiyordu. Ya hayatta değilseler? Bu düşünce, işte bu, onu tekrar başa
götürüyor, midesi bulanıyor, kalbi duracak gibi oluyordu. En sonunda okula
ulaştı. Oradaydı oğulları, yaşıyorlardı. Sımsıkı sarıldı onlara, sımsıkı, daha
önce hiç sarılmadığı gibi... Böyle anlatıyor Judy Murray 1996 senesinde
İskoçya’da kendi halinde küçük bir şehir olan Dunbae’de, Dunbae İlkokulu’nun
Thomas Hamilton adında silahlı bir adam tarafından basılarak 17 kişinin
katledilmesinden sonra oğullarına kavuşma anını.
Böyle
bir andan sonra tekrar hayata olduğu yerden devam edebilmek zor, ama öyle yaptı
Judy, hayata karşı daha da hırslanarak yoluna devam etti. O küçücük İskoç
şehrinden çıkarak, iki oğlunu da başarılı birer tenis oyuncusu yapmayı başardı.
Hatta biri, Andy Murray, annesine seneler sonra yine aynı korku dolu heyecanı
yaşattı. Ancak bu sefer onu kaybetme korkusu değildi heyecanın nedeni. Oğlunun
100 küsur yıldan beri dünyanın en prestijli tenis müsabakasına ev sahipliği
yapan Birleşik Krallık'a 77 yıldan beri gelmeyen, tek erkekler, Wimbledon
şampiyonluğunu getirmesiydi.
Türkiye’de
yaşarken Wimbledon tenis şampiyonluğu karşılaşmalarının başladığı dönemde
hayatın bir nebze durduğunu hatırlarım. Durum 100 küsur senedir bu büyük
organizasyona ev sahipliği yapan ülkede daha büyük ölçekli oluyor pek tabi ki,
hayat daha bir duruyor. Hele bir de 77 yıldır elde edilemeyen bir şampiyonluk
varsa ve ona bu kadar yakın olunca tüm Britanya nefeslerini tutarak izledi son
iki senedir Wimbledon’ı. En nihayet 5 Temmuz 2013’de Andy Murray şampiyonluğu
alarak büyük bir sevinç ve gurur yaşattı Britanya halkına.
Böyle
bir başarı Türkiye’de elde edilirse ne kadar sevinilirse sanki İngiltere’de de
o kadar sevinildi gibi geldi bana. Bu şaşırtıcıydı gerçekten. Ülkemde spor
yaşamın bir parçası olmayan, maddi imkanları el veren insanların ulaşabildiği
bir lüks. Bu nedenle özellikle bireysel sporlarda uluslararası başarı elde
etmek oldukça güç. Ve böyle bir başarı elde edildiğinde adeta bir bayram havası
yaşanıyor tüm ülkede. Oysa sporun bir yaşam biçimi olduğu, özellikle tenisin bu
kadar sevildiği ve geleneğinin bu kadar yoğun olduğu, ama nasılsa, başarılı
tenisçi yetiştiremeyen Birleşik Krallık'da böyle bir başarının bu ölçüde bir
sevinç yaratabileceğini hiç tahmin etmezdim.
Ancak
devlet okulunda çocuk büyüten bir anne olarak rekabeti baltalayan ve sürekli
paylaşım ve eşitlik duyguları aşılayan bir eğitim sistemi olan Birleşik
Krallık’da da böyle bir başarı elde etmenin hiç de kolay olmadığını artık ben
de biliyorum. O nedenle bu büyük başarının ardında yatan etkenler bende merak
uyandırdı. Merakımı gidermek için yaptığım okumalardan birinde denk geldiğim
bir makaleyi önceki yazımda sizlerle paylaşmıştım. Mathew Syed'ın genel anlamda
başarıya ulaşmayı kolaylaştıran 5 adımı bence oldukça gerçekçi, ama özellikle
Andy Murray'in başarısının ardında yatan etkenleri şöyle sıralamak mümkün diye
düşünüyorum:
Annesi
Judy’nin Tenisçi Olması Avantajı: Anne Judy Murray tenis dünyasının içinden
biri: 10 yaşında tenis oynamaya başlamış, 17 yaşında profesyonel oyuncu olmuş.
Gençlik yıllarında İskoçya’da 1 numaralı tenis oyuncusuymuş ancak maddi
imkanların yetersizliği, Judy’nin tenis hayallerini bir tarafa bırakıp
üniversiteye gitmesine neden olmuş. Bir süre başka işler yapsa da tenis
koçluğuna yönelmiş. 20 senedir tam zamanlı koçluk yapan Judy, daha önce İskoç
milli koçu iken şu an Britanya Fed Klüp Takımı’nın kaptanı ve Britanya genç
kızlarına koçluk yapıyor.
Andy’nin
Rekabetçi Yapısı ve Yeteneği: Judy
Murray’in kendi ifadesine göre Andy’nin ağabeyi ile rekabeti ve onu geçme
isteği o kadar güçlüymüş ki annesinin onu tenis çalışmaya zorlamasına gerek
bile olmadan yeteneği kendiliğinden gelişmiş. Çocukken ailesini oldukça
kaygılandıran Andy’nin rekabetçi tantrumları meğer tenisteki zaferi için çok gerekli
olan şiddetli kazanma isteğiymiş.
Fedakarlık
ve Yenilikçi Bakış Açısı: 12 yaşına kadar annesinin çalıştırdığı Andy, Britanya
tenis sisteminden tatminsizmiş. Annesi tarafından cesaretlendirilerek oyunu
öğrenmek ve de yenilikçi bir koç edinmek için İspanya’ya gitmek istemiş. Anne
ve baba oğullarının spor amacına ulaşmaları için birlikte ne gerekiyorsa
yapmışlar. Judy Andy’yi İspanya’daki tenis akademisine göndermek için £30.000
denkleştirmek için koçluğun yanı sıra ek işler de yapmış.
Hedefe
Odaklı Çalışmak ve Pes Etmemek: İlkokul yıllarından beri tenis çalışan Murray
ilk turnuvasına 12 yaşında katılmış ve kazanmış. Şampiyonluk yolunda kendini
yenilemek amaçlı pek çok kez koçunu değiştirmiş.
Murray’ın
rekabetçi kişiliği, başarma arzusu ve yeteneği olmasa bu başarı elde edilemezdi
diye düşünüyorum. Wimbledon’ı kazandığı zaman "kendime yapabileceğimi
gösterdim" demesi de bu düşünceyi açıklıyor. Öte yandan evde tenisle bu
kadar ilgili bir anne ve onun desteği olmasa, Andy Murray belki iyi bir tenis
izleyicisi veya amatör oyuncu olacaktı ama Wimbledon şampiyonu olamazdı. Sadece bunlar da yeterli değil tabi.
Yenilikçi bakış açısı, istikrarlı çalışma ve pes etmeme bu seviyedeki bir
başarının anahtarı gibi görünüyor.
Çocukluğunda
yaşadığı katliam travmasından bir daha hiç bahsetmeyen Andy Murray onu geçmişte
bırakmışa benziyor. İçindeki korku, kızgınlık ve hırsı çok sevdiği bir alana
aktararak büyük bir başarıya imza attı. Travmasını başarıya dönüştürdü. Bizlere de bu hikayeyi irdelemek düştü...
Referanslar:
Tuba yazıyı beğendim. Murray'ın maçlarında annesinin tezahuratının hiç bitmediğini hatırlıyorum. Biraz abartırdı yani...
YanıtlaSilBaşarıya ulaşmakta nelerin etken olduğunu görüyoruz . Çok güzel bir örnek . Kalemine sağlık . Nezahat
YanıtlaSil