18 Aralık 2018 Salı

Hayaller, Çocuklar ve Noel Baba




Hayaller ve gerçekler. Hayaller ve çocuklar. Çocuklar ve gerçekler...  

Sihirli zamanlardayız yine. Gerçeklerle hayallerin birbirine geçtiği zamanlar bunlar. Yeni yıla 13, Noel’e 7 kala. Anneler ve babaların gerçeklerle sıkı çarpıştığı, çocukların düşlerinin sınırlarını aştığı  anlar.
Yaşadığımız şehir Londra'da her sene bu zamanlarda feci bir koşuşturma olur. Kimi Noel, kimi yeni yıl telaşında herkes bir şeyler yetiştirmek ve bir yerlere yetişmek gayretindedir. İşyerlerinde yıl sonu kapanışlarını, yeni yıl bütçelerini hazırlayan, seyahate gidilecek ise onun hazırlığını yapan, aile ziyareti yapılacaksa onu planlayan, zorunlu alışverişleri tamamlayan, yıl sonu yemeklerine ve çocukların gösterilerine yetişmeye çalışan ve sürekli yoğunluktan yakınan anne baba dolu olur ortalık.
Oysa çocukların derdi, heyecanı başkadır bu dönemde  en azından Hristiyan dünyasında. Hepsi olmasa da bir kısmı kendilerini yıl boyunca gözleyip durduğuna inandıkları yaşlıca beyaz sakallı adama iyi görünüp gözlerine kestirdikleri hediyelere ulaşabilmenin düşlerini kurarlar.  İnanan çocukların gözlerinde beyaz sakallı yaşlı adam Noel Baba ve yardımcıları Elf’ler bütün yıl oyuncak yaparlar.  Aynı çocuklar  bir yandan özenle Noel Baba'ya istek listelerini yazıp postalarken bir yandan da onun tüm dünyadaki  çocukların hediyelerini nasıl yetiştireceğini ve dağıtacağını düşünür; yardımcıları Elf’lerin ona nasıl yardım ettiklerine kafa yorar; ne şekilde bacasız evlere gireceği konusunda kaygılanır: hatta eve geldiklerinde acıkmış olabilir diye yiyecek bir şeyler bile hazırlarlar. Çocuklar böylesine bir düş dünyasında bütün yıl boyunca beklediği o büyülü anlara yaklaşırken ebeveynler ise çekilmez bir gerçeklik yaşıyor olurlar. 
Ben de hep söylenir dururum yılın bu döneminde. Hem insafsız bir koşuşturma hem de  gereksiz bir harcama içeriyor çünkü. Dünyanın dört bir yanında açlık varken, çocuklar ölürken öyle şaşaalı eğlenceler ve israflar hoşuma gitmiyor. Yine de bizim çocuklar doyasıya yaşıyor bu dönemin büyüsünü. İşin ne dini boyutu ilgilendiriyor bizi ne de abartı harcamalar kısmı. Biz Noel’in gerçeklerden hayli uzak olan hayal  etme, kurgulama kısmı ile ilgileniyoruz daha çok. Anneler babalar gerçeklerle boğuşsun dursunlar ama çocuklar varsın hayal kursun. Gerçekler zaten fazlasıyla gerçek ve kaçış yok, oysa hayal kurmak öyle mi? Olmayanı düşlemek ve onun gerçek olabileceğini hayal etmek, ve tabii ki çabalamak, hem yaratıcı düşünceyi besler hem de geleceğe dönük olarak kamçılayıcı bir etki yapar.
Biz her sene evimizin Noel Baba ve Annesi olarak çocuklarımızın ihtiyaç listesini gözden geçirip alışverişimizi yaparız. Aldıklarımızın çocukların listesiyle aynı olmaması durumunda  Noel Baba adına “istediğinizi bulamadım başka bir şey getirdim” diye mektup yazarız, onlar da genelde sorun etmez ve  gelen hediyelerle mutlu olurlar. Bu dönemde koşuşturma kaçınılmaz  ama harcama kısmı kontrol altına alınabilirse o bir rahatlama getiriyor insana. Buna bir de çocukların heyecanı ve mutluluğu eklenince, iyi ki çabalayıp duruyorum diye düşünüyorum ben her sene.  
Bizim eve Noel baba önceki gece geldi mesela. Noel’de burada olamayacağımız için ondan rica etmiştik, o da bizim çocukların hediyelerini biz gitmeden getirdi. Pazar sabahı hediyeler açıldı, Noel Baba’dan gelen mektuplar okundu, önümüzdeki yıl için hedefler konuldu, keyifli bir kahvaltı edilip ailece bir yeni yıl filmi izlendi. Hızla akıp zamanı dondurup birbirimize zaman ayırdık dün ve tekrar aile ve sevdiklerimizle beraber olmanın önemini hissettik hep birlikte.
Bizim evde çocuklar masal kahramanlarına, diş perilerine, Paskalya tavşanına, Noel Baba’ya, onun yardımcıları Elf’lere inanırlar. İnanmak istedikleri sürece de bu böyle devam edecek çünkü hayal etmek onların gelişimlerinin bir parçası ve bu şekilde sorgulayarak gelişimlerini tamamlayacaklar. Ayrıca çocukken hayal kuramayanın büyüyünce gerçekleştirmek istediği bir hayali de olamaz bence. Çocukların gerçeklileri şimdi ve şu an ile sınırlıdır oysa fikir ve düşünceleri sınırsızdır; çünkü işlenmemiştir, önyargısızdır. Bu nedenledir ki her şeyi yapabileceklerine inanırlar ve hayal etmek bu inancın başlangıcıdır.
Peter Pan’ler, Harikalar Diyarı’ndaki Alice’ler, Harry Potter’lar gerçeklerin dünyasından çıkmaz, hayallerden çıkar. Ünlü bilim insanı Einstein “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir, çünkü bilgi sınırlıyken hayal gücü tüm dünyayı kapsar”  derken; ressam Pablo Picasso “Hayal ettiğiniz her şey gerçektir” demiş; ünlü felsefeci düşünür David Hume ise “Hiçbir şey, insanın hayal gücü kadar hür değildir”  diyerek hayal gücünün sınırsızlığını vurgulamıştır. Bilim, sanat ve insanlık tarihine isimlerini kazımış bu insanlar sizce hayalperest mi yoksa gerçekçi miydi? Hangisi önce gelmişti?
Yazımı başka bir hayalperest Oscar Wilde’dan bir alıntı ile bitirmek istiyorum:
“Evet: ben bir hayalperestim. Bir hayalperest yolunu yalnız ay ışığında bulabildiğinden, cezası, şafağı dünyanın geri kalanından daha önce görmesidir...”
Yeni Yılda hayalleriniz tükenmesin, onların ışığında umut dolu gerçeklere doğru yol alın dilerim ki...
Sevgilerimle…

12 Ekim 2018 Cuma

Bir Çocuk, Bir Anahtar ve Yoga




Çocuklar insanı şaşkına çeviriyor. Özellikle sabah okul koşuşturması içinde hiç olmayan şeyler olabiliyor. Dün yine öyle bir sabahtı. Kaç zamandır yogaya gitmek istiyorum. Uzun bir tatilden dönüş,  çocukların okula başlaması, uyum çabaları, ihtiyaçları, evin yeniden düzenlenmesi derken dün niyet ettim yogaya gideceğim. 

Bir haftadır okula gitme şevkini yitiren Lara gece uykudan önce ve sabahları çok zorluyor beni. Okula gitmeyeceğim de gitmeyeceğim.  İşte gözünü açmasıyla aynı sızlanma ile başlayan bir sabah, beynim sislenmiş aralıksız ikna turlarından, okula vardık. Arabayı park ettim, arabadaki çöpleri aldım elime çöp kutusuna atayım diye. Attım da ama çöpü değil neyi biliyor musunuz? Arabanın anahtarını!!!  Ve öyle bir çöp kutusu ki kenarlarda boşluk var ama kapak kilitli. Haftanın bir günü gelip belediye çalışanları çöpü boşaltıyor. O da hangi gün bilmiyorum. Başımdan aşağı kaynar sular boşaldı. Üstümde sadece telefon var; cüzdanım, ev anahtarım, her şey arabada. Lara’yı  yine ağlar bir şekilde okula bıraktım. Öğretmen  durumu öğrenince bana bir çift plastik eldiven verdi. Sordum soruşturdum çöpü belediyeye haber vermeden açmak mümkün görünmüyordu. Tekrar çöpün yanına gittim belediyeyi aramadan bir kez daha yoklayayım dedim. Aklıma bir fikir geldi. Teknoloji imdadıma yetişti. Önce telefonumla uzanıp çöpün içinin resmini çektim (yukarıda), anahtarın görünüp görünmediğine baktım yerini tespit edeyim diye. İşe yaradı. Çok şanslıydım hala yüzeydeydi. Sonra da eldivenleri elime geçirip kolumu daldırdım çöpün içine şöyle bir uzandım ve yakaladım anahtarı. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. 

Yoga saati geçmişti ama kimin umurunda? Ben anahtarı kurtardım ya ne yapayım yogayı?! Eve geldim bir çay yaptım. Gömüldüm laptop’ıma ve bir de baktım ki Dünya Kız Çocukları günüymüş, oturdum bir paylaşım yaptım. Neye niyet neye kısmet. 

Niyetlerimiz ne olursa olsun, günün sonunda gerçekleştirdiklerimiz güzel olsun. Tatlı sürprizlerle dolu bir hafta sonu dilerim.

11 Ekim 2018 Perşembe

11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü


Bugün Dünya Kız Çocukları Günü. Biz de analım, farkındalık yaratalım. Bir kere daha hatırlayalım ve o doğrultuda davranalım. Toplumun çekirdeği aile kurumunun bel kemiği olan kadınların bir zamanlar küçük birer kız çocuğu olduklarını unutmayalım. Bir toplum kız çocuklarına ne kadar iyi sahip çıkarsa gelecek nesillerini o kadar sağlıklı ve güçlü kılar.
Birleşmiş Milletler verilerine göre bugünün dünyasında 1.1 milyar kız çocuğu statüko ile mücadele ediyor. Dünyanın dört bir yanında eğitime ve iş gücüne katılmalarına engelleyen zorluklarla ragmen cinsiyet tanımını yeniden yapmaya çalışıyorlar. Cinsiyet ayrımcılığının küresel olarak büyüdüğü alanlarda -internet gibi- bilgiye, iletişim teknolojisine ve kaynaklarına daha zor ulaşabiliyorlar. Genç nüfusun dörtte biri, pek çoğu kız, ya işsiz ya da eğitim almıyor. Sadece bu sene 18 yaşın altında 12 milyon kız evli ve gelişmekte olan ülkelerde 15-19 yaş aralığında 21 milyon kız hamile.

Buna rağmen pes etmeyerek, ısrarla, küresel sorunları çözmek için teknoloji geliştiriyor, çevre için mücadele ediyor, şiddete karşı seslerini yükseltiyor ve siyasete katılıyorlar.

Ne yazık ki cinsiyet önyargısı çok erken yaşlarda başlıyor. Birleşmiş Milletler verisine göre kız çocukları 6 yaşına geldiklerinde erkeklerin kendilerinden daha akıllı olduğuna inanmış oluyor ve zeka içeren aktivitelerin erkeklere daha uygun olduklarını düşünüyorlar. Bu konuda ebeveynlere çok iş düşüyor. Bu cinsiyetçi bakış açısını kıralım. Kız çocuklarımıza erkek çocuklarımızla eşit şartlar tanıyalım. Hem kız hem de erkek çocuklarımızı bilinçlendirelim. Çocukluktan başlayan bir şekilde ayrımcılığa son vererek hem ailemizin hem de toplumumuzun geleceğini kurtaralım.

Kız çocuklarımızın günü kutlu olsun.

Kaynak
http://www.unwomen.org/en/news/in-focus/girl-child

Resim
https://www.india.com/buzz/international-day-of-the-girl-child-2017-5-things-you-should-know-about-the-day-of-the-girl-2526967/



9 Ekim 2018 Salı

Sonbahar, Robin, Yaşlılık

                                           

Sonbahar hep ayrı duygular uyandırır bende. Bunaltıcı sıcak yaz günlerinden güneşi dolu dolu hissetmenin keyif verdiği günlere, sonra da azar azar soğuyarak insanı gelmekte olan kışa hazırlayan mevsim, gerçek sonbahar. O yok işte Londra'da. Eylül başında açılan okulların koşturmasıyla sabah 6-7 dereceyle güne başlayıp öğleden sonra 20 dereceyi bulmak veya sabah evde kaloriferi yakıp öğleden sonra montu evde bırakmak türü var burada. Karışık biraz yani. Hem zaten duygular da karışık. Öğle bir anda kışa adapte olmak kolay değil. Daha yeni yaprakları temizleyip yaza hazırlamıştık bahçeyi, şimdi yine dökülmeye başlayan kuru yapraklarla nasıl başa çıkacağız gibi eften püften meseleler de var. Esas sorun gelen kış veya içinde bulunduğumuz sonbahar değil oysa ki, geride bırakılan yaz,  biliyorum...

Nedeni ise geride kalan yazın farklı olmasıydı sanırım. Bu yaz bol güneş, bol deniz oldu ama bir sürü kayıplar yaşandı çevremizde. Yaşları 70 civarında bir iki sevdiğim arkadaşımın babacığı vefat etti. Yazlık ortamında annem ile babamın çevresindeki aynı yaş grubunun sağlık sorunları ve bizimkilerin kendi sağlık boğuşmaları içinde iki çocuğun günlük heyecanlarını yakalamaya çalışmak bayağı yordu ve düşündürdü beni.

Yaşlanmak garip bir yolculuk gerçekten: bir taraftan yılların yaşamışlığı ve deneyimi bir taraftan özüne dönmenin kaçınılmazlığı. Annelik deneyimimde ne yaparsan yap çocuğun mizacını aşamadığın gerçeğini kabullenmiş biri olarak yaşlılık yolculuğunda da bu mizacın önemli ölçüde nasıl bir yaşlı olacağınıza ilişkin ipucu vereceğini düşünüyorum. O nedenle kendimizi bilerek mutlu olmaya yönelik olarak mizacımızı törpülemeli, hobi ve alışkanlıklarımızı o doğrultuda yoğunlaştırmalıyız bence.

Ben böyle bir yaşlı tanıyorum. Londra'daki sevgili komşumuz Robin. Maalesef bu yazın kayıplarından biri de oydu, o da göçtü gitti bu dünyadan, biz tatildeyken. Geldiğimizden bu yana evinden eşya çıkıyor. Eşya dediysem 5000 kadar kitap ve 1800’lerden kalma müzik notaları ve dünyanın dört bir yanından topladığı müzik aletleri çoğu. Geçen gün kapının önüne koymuşlar isteyen alsın diye, içim burkuldu.  Dalya daldı içine, dolu dolu gözlerle "hiçbirini bırakmak istemiyorum, onlar Robin'in" dedi. Sözünü ettiğim tarihi nota setinden almış bir set, Beethoven'ın Sonat'larını. "Tamam" dedim "onu alabilirsin, bir de kitap". Anı olsun Robin'den...

Neredeyse 8 yıldır komşumuzdu. İlk 2-3 yıl sağlığı iyiydi son yıllarda ise demans hastalığı bayağı kötülemişti. İki oğlu var, biri Amerika'da yaşıyor bir diğeri de Londra'da. Evde düzenli bakıcı desteğiyle geçirdi son aylarını. Huzurevi'ni düşünmediler Robin için çünkü piyanosu ve müziğinden ayırmak istemiyorlardı onu.  Biz en çok Amerika'daki oğlunu gördük o evde, Robin'in hayatına ilişkin tüm düzenlemeleri o yapıyordu sanki. Son günlerde ise Londra'daki oğlunu görüyoruz.  Hiç ziyaret edilmediği kadar çok ziyaret edildi Robin bu ara oğlu tarafından. Oysa keşke daha sık gelseydi hayattayken, bir çay içseydi babasıyla, güzel müziğini dinleseydi. Bana ne değil mi ama düşünmekten alamıyorum kendimi. Şimdi eşyaları boşaltıyor, bahçeyi temizletiyor, evi boyatıyor. Ya satılacak ya da kiraya verilecek gibi, görücüye çıkacak yani. Ne acı! 

Evet bir kuş uçtu gitti bu diyardan; adı Robin'di. O güzel bir yaşlıydı, her yaşlı öyle olmuyor çünkü. Kitapları, piyanosu, aryaları ve arkadaşları ile bizlere ilham veren bir yaşamı oldu. Onu yaşlılığında tanıdık ama nasıl bir gençliği olduğunu konuşuyoruz hep eşimle.Son zamanlarında oğlunun ismini hatırlayamıyordu belki ama hep piyano çaldı, unutmadığı tek şey müziğiydi.Hala çınlıyor kulağımda piyanosunun sesi. Her neredeysen cıvıltın eksilmesin Robin.
Sonbahar daha bir başka bu sene...Robin, sen ve müziğin neredesiniz?



Not:

1-Robin ilgili bu yazım da ilginizi çekebilir.

2-Bir takipçimin benimle paylaştığı demans hastalarında müziğin gücünü gösteren bu video'yu da görmenizi öneririm.

28 Eylül 2018 Cuma

Okulda İlk Öğlen Yemeği


10 günlük 3 saatlik okul alıştırmasından sonra bu hafta başında tam gün okula başladı küçük kızım. İngiltere’de çocuklar 5. doğum günlerinde  okula başlamış oluyorlar; sistem böyle. 

Düzenli yuvaya gitmiş bir çocuk için okula gitmek çok büyük bir değişim gibi görünmese de yeni bir düzen yeni başlangıç zorlayıcı olabiliyor bazıları için. Okuldaki ilk tam gününden sonra Lara'yı almaya gittiğimde ben de merak içindeydim bu yeni düzende ilk gününün nasıl geçtiğine ilişkin. Keyifle sınıftan çıkan Lara ile konuşmamız okulda yediği ilk öğlen yemeği üzerine odaklandı. “Bir büyük abi geldi, onunla yedim yemeği” dedi. Yol boyunca o abiyle konuştuklarını anlattı. “Hımm kim acaba bu abi?” dedim içimden. Ertesi gün sordum öğretmenine “buddy”si imiş. Üç sınıf ilerideki yaş grubundan abi ve ablalar gelip bu minikleri öğlen yemeğine götürüp yan yana oturup yemek yiyorlar sonra da birlikte oynuyorlarmış. İlk kızımın okulunda böyle bir uygulama yoktu diye hatırlıyorum ama Lara pek bir mutlu bu durumdan. 

Öğlen yemekleri sıkıntı unsuru olmaktan çıkmış gibi görünüyor bu çözüm ile. Herkesin aynı anda kazandığı bir sistem.  Büyükler okuldaki tecrübelerini miniklerle paylaşırken abilik ablalık yapma becerilerini geliştiriyorlar; küçükler ise kendilerine yaşça daha yakın abi ve ablaları birebir izleyerek yeni düzene daha kolay uyum sağlıyorlar. Bu da hem okul için büyük bir kolaylık hem de aileler için iç huzuru sağlayan süper bir kazanım. 

Durum bu olunca Lara da biz de okuldan ve yemeklerinden memnunuz. Umarım diğer ufak adımlar da böyle kolay ve keyifli aşılır bu ilk okul yılımızda. 

18 Eylül 2018 Salı

Okullu Günlere Dönüş




Uzun bir yaz tatilinden sonra tekrar okullu günlere döndük. 10 gün önce büyük kızımız ortaokula başladı küçüğümüz ise ilkokula. Bu sefer iki heyecan birden yaşıyoruz. 

Tatil sonrası eve ve okula dönmek ve düzeni oturmak tek başına zor iken bir  de yeni okula uyum çarpı iki gibi bir durum var bizde. Arada yedi yıl gibi bir yaş farkı olunca yeni bir yere uyum sıkıntıları da farklı oluyor iki çocukta. Biri tüm ilkokul arkadaşların geride bırakıp hiç arkadaşı olmadığı bir ortaokula başlıyor, bir diğeri ise yuva ve ilk arkadaşlarından ayrılarak uzaktan izlediği ablası gibi "okul"lu oluyor artık. Birinde genç kız olmaya, bir diğerinde okul çocuğu olmaya adım. Her ikisi de kendi içinde çok büyük, hayat yolunda ise küçük adımlar.

İki çocuklu hayata dair edindiğim en önemli deneyim, aynı anne babadan olmuş olsalar da, her çocuğun biricik olduğu. Her birinin  kendi karakteri ile getirdiği onları eşsiz kılan özellikler var. Bir ev ortamında çocukları birbirinden ayrı tutmak ve ihtiyaç ve beklentilerine göre onlarla ayrı ayrı ilgilenmek günlük yaşam koşuşturmasında pek mümkün değil. Ebeveyn olmanın zorluğu da işte burada ortaya çıkıyor. Her bir çocuğun değişen ihtiyaçlarına destek olabilmek ve aynı anda yükselen seslere farklı şekilde cevap verebilmek ve onları yönetebilmek gerçekten bir meziyet. 

Bizim evde son 10 gündür yükselen sesler arttı. Yemek masasında okul maceralarını anlatmak isteyen 7 yaş farklı iki çocuğun birbirlerini susturmak için bağırışlarını duymanızı isterim. Ergenliğe doğru yola çıkmış olan ben odaklı bir 11 yaş ve hızla büyümeye çalışan ancak daha sadece 4 yaşında olan taze okullu arasındaki anneye ses duyurma çabasına tanık olmak oldukça yorucu. İşi sıraya bindirip teker teker konuşmalarını sağlamak ve sıralarını sabırla bekleyip birbirlerini dinlemelerini başarmak ise bir ödül hak ediyor bence. 

Hepimizin yeni eğitim öğretim yılı hayırlı olsun. Dilerim çocuklarımızın öğrenme heyecanı hiç bitmesin ve biz de onları dinleme, anlama ve hızlarına yetişme konusunda her geçen gün daha da güçlenelim. 🍀 Sevgilerimle...





Not: Okullu günler için bu yazım da ilginizi çekebilir. http://sadeceanneyim.blogspot.com/2013/09/yine-bir-eylul-gunu-yine-okulun-ilk-gunu.html


6 Temmuz 2018 Cuma

İstismar Çocuklara Nasıl Anlatılır?



Son günlerde ülke gündemini en çok meşgul eden konu çocuk istismarı ve vahşeti, maalesef. Yaşanan olaylar çok acı, durum katlanılması çok güç, kelimeler yetersiz. Bu konuda ne kadar konuşulur, farkındalık ne kadar artırılırsa zamanla hassasiyet ve duyarlılık da artacaktır diye umut ediyorum. Çocukluktan itibaren sistematik bir eğitimle toplumun her bireyinin bilinçlendirilmesi, ailelerin çocuklarını gerçek anlamda koruması ve onları tehlikeye karşı bilgilendirmesi, çocukların kendi vücutları hakkında farkındalıklarının artması bu sonuca hizmet edecektir diye düşünüyorum. 

Çocuk istismarı  sadece Türkiye’de değil tüm dünyada kanayan bir yara. Bu konuda  İngiltere’deki okullarda oturtulmaya çalışan sistemi daha önce “İngiltere’deki Okullarda Cinsel İstismar Eğitimleri” adlı yazımda paylaşmıştım.      
(http://sadeceanneyim.blogspot.com/2015/03/ingiltere-okullarnda-cinsel-istismar.html?m=1 ) 

Şimdi ise size 4 yaşındaki kızımın İngiltere’deki yuvasında okul öncesi çocuklara izletilen videoyu paylaşmak istiyorum. Çocuk istismarını engellemek amaçlı çalışan NSPCC tarafından hazırlanan bu video çocukların kendilerini bu tür bir istismara karşı nasıl korumaları gerektiğini oldukça sempatik ve akılda kalıcı bir şekilde anlatıyor. 

Videoda tekrarlanan şarkının sözleri ise şöyle:

 “What’s in your pants only belongs only to you

Your pants cover up your private parts

Your private parts only belong to you 

If someone asks to see just tell them no.”

Türkçesi ise şu şekilde:

"
İç çamaşırının içinde olan sadece sana aittir.

İç çamaşırın senin özel bölgelerini kapatır.

Biri görmek isterse sadece hayır de.”

Mesaj net, üstelik eğlenceli ve de akılda kalıcı. 

17 Haziran 2018 Pazar

Dünyanın Kapıları


Dün gece çok ilginç bir şey oldu, tamamıyla tesadüf bir şekilde kendimizi Yeni Türkü grubunun Londra konserinde bulduk.

Konserden daha önce haberim olmasına rağmen, eskiden çok severek dinlediğim, şarkılarını söylediğim bu grubu tekrar canlı olarak izlemek o kadar cazip gelmemişti. "Acaba hala zevk alır mıyım? Üniversitedeki melankolik duygulara mı götürür beni, oysa şimdi hayatın çok farklı bir yerindeyim" diye düşünmüş, bilet almak için uğraşmamıştım bile. Hayatımızın yoğun bir dönemine denk gelmesi de tuzu biberi oldu bu düşüncede. Ta ki bir arkadaşım "biz gidemiyoruz siz gitmek ister misiniz?" diye sorana kadar, tam konserden bir hafta önce. Önümüzdeki haftanın programı netleşmiş, bir karmaşa olmadığı görülmüş, çocuklara bakacak ablamızla konuşulmuş uygun olduğu teyid edilmiş bir durumda herşey tıkır tıkır gitti ve biz biletleri aldık. 

Konser salonundan içeri girene kadar ayaklarımız geri geri gidiyordu. Büyük kızımın yeni okulunun alıştırma günüydü o gün, tam 5 kez git gel yapmış olmaktan ayaklarım trompet çalıyordu. Tek isteğim çocukların uyuması, pijamalarımı giyip, çay ve tv keyfi yapmaktı. Ben ne yapıyordum şimdi ayakta dikilir halde bangır bangır müziğin içinde. 

Ama öyle olmadı işte. Yeni Türkü sahneye çıkar çıkmaz etkisi tüm salona yayıldı. Derya Köroğlu’nu görünce eski bir dostu görmüş gibi oldum ve birlikte şarkı söylemeye başladık kaldığımız yerden sanki. Küçük bir salonda karşılıklı şarkı söyler gibiydik hep bir ağızdan. 

“Hayata baksana takmıyor kimseyi 
Hiçbir şey getirmez artık geçmişi 
Yalnızız yine de “

“Dönmek mümkün mü artık dönmek 
Onca yollardan sonra yeniden yollara düşmek
Neresi sıla bize neresi gurbet
Yollar bize memleket”

"Ne geçmiş tükendi ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri
Geçse de yolumuz bozkırlardan
Denizlere çıkar sokaklar"

“Güneş altında tutsaklar 
Geçen sonbahara bakıyorlar 
Şirin mi şirin gecekondu evleri
Samsun asfaltında otomobiller
Ne güzeldir yollarda olmak şimdi “

“Söyleyin dağlara rüzgara
Yurdundan sürgün çocuklara

Düşmesin kimse yılgınlığa
Geçit vardır yarınlara”

“Sessiz gelir yanıma
Başını dizime yaslar

Öylece uyur,yağmur çiseler
Damla damla gözyaşlarında
Rüzgarı dinlenir kuytuda”

“Telli telli şu telli turna
Sanmaki yaralı uçmaz bir daha

Takılmış kanadı göçmen buluta

Anlatır eski beni şimdiki bana”

Yeni Türkü beni şaşırttı. Geldi ve dünyanın kapılarını araladı. Bu defaki hisler başkaydı. Uzun süredir uzak olduğum bir yerlere dokundu yüreğimde. Bildik tanıdık değil,  yeni bir yerlere. Artık ne ben 20 yıl önceki bendim, ne de şarkıların bendeki etkisi aynıydı. O zaman da severek dinlerdim ve söylerdim, ama şimdi farklıydı. 20 yıl önce başkalarının hayatıydı sanki dinlediğimiz şimdi ise bizim hayatlarımızdı. Biz de geçtik ve hala geçiyoruz tüm insanlığın yürüdüğü yollardan. Göç Yolları, Fırtına, Rüzgar, Dönmek, Maskeli Balo hepsi bizim hikayemizdi sanki. Garip bir şekilde hüzünlü ama bir o kadar da coşkuluyduk.  Kırgınlık, yılgınlık ama heyecan ve umut vardı.

Yeni Türkü aynı Telli Telli’deki telli turna gibi geldi, eski beni yeni bana anlattı. Ben unutmuştum onu bir zamandır, yine karşılaştık, şarkı söyledik birlikte ve bana bu çok iyi geldi. Teşekkürler Yeni Türkü. Teşekkürler dünyanın kapılarını tekrar araladığın için.

24 Mayıs 2018 Perşembe

İngiltere'de Değişen Doğumgünü Neşemiz




Lara'nın 4. doğumgününü kutladık iki hafta önce. Kendimi alamadım Dalya'nın 4.sü ile mukayese etmekten. Nasıl da heyecanlıydık tüm yuva arkadaşlarını çağırıyoruz diye. İngiltere'de ilk büyük doğumgünü partisiydi ve pek de bir şey bilmiyorduk buradaki yol yordama ilişkin. Dahası doğru dürüst hiçbir yuva arkadaşını ve ailesini tanımıyorduk ama İngiliz usulü bir doğumgünü partisi düzenlemeye karar vermiştik.

Ben yakında işe başlıyordum, evimizi taşıyorduk ve kızımın doğumgünü partisini yapıyorduk. Hepsi de benim için ayrı ayrı önemliydi. O tarihe kadar çok mecbur kalmadıkça kek, pasta, poğaça yapmamış olan ben tüm acil durumlar için beni kurtarmaya gelen annemden bu kutlama için de mucizeler bekliyordum. Dışarıdan alınan doğumgünü pastası, annemin elmalı pastası, peynirli poğaçaları ve börekleri eşliğinde, o zaman farkında olmasam da, bir daha hiç bu şekilde olmayacak bir doğumgünü kutlaması ile parti silsilesine de başlatmış oluyorduk. Masanın başından ayrılmak istemeyen İngiliz anne ve babaların "bunun içinde ne var?" diye diye mest olmuş şekilde annemin eserlerini yediği o görüntüyü unutmam mümkün değil.

Gel zaman git zaman Dalya 11 yaşında artık ve biz ona 7 yıl boyunca hep istediği şeklide, gönlünce, bir kutlama yaptık ama buradaki ilk kutlamasından bir takım değişikliklerle. Bu kutlamalarda biz de İngiltere'deki diğer çocuk partilerinde olduğu gibi çocukların beslenmesinde sandviç ve pizzaya kaydık ve doğumgünü pastaları ev yapımı ve benim tarafımdan yapılır oldu. Bu değişim bir günde olmadı tabi ama her geçen yıl biraz daha uzmanlaştık ve stres ve kaygımız biraz daha azaldı.

İngiliz anneler belki her akşam ev yapımı yemek sunmaz çocuklarına veya her gün değişik yemek çıkarmazlar önlerine ama doğumgünlerinde ne yapar ne eder (gerekirse bisküvi dizip üzerine çikolata sosu dökerler) ama ağırlıklı olarak pasta ev yapımı olur. Bu gerçekten ben uzunca bir süre kaçtım ama Dalya diğer herşeyin istediği gibi olmasına rağmen pastaya takılmaya başlayınca onu da yapmaya karar verdim ve çokta keyif aldım. Artık doğumgününü için istediği pastayı partiden bir iki hafta önce deniyorum, beğenirse doğumgününde onu yapıyorum.

Bu gelenek Lara'da da devam edeceğe benziyor. Lara ilk kez bu doğumgünü öncesinde bilinçli olarak "unicorn"lu pasta istediğini söyledi ve ben de benim klasik gökkuşağı pastamı yaptım ama süslerini unicorn'lu seçtim ve de çok başarılı oldu.  











     


Lara'nın bu doğumgününü benim için özel yapan şey gününün farkında olarak ve arkadaşlarıyla kutladığı ilk doğumgünü olması. Neşesi, mutluluğu çok ayrı. Aynı hissi Dalya'da da yaşamıştım. Sırf bu his için bile o kadar uğraşa ve yorgunluğa değer.

Ama bu sefer daha farklı bir mutluluğum var. O da Dalya'nın bu güne abla olarak katkıları. Organizasyon ve fikre kattıkları bir yana, doğumgünü boyunca bilfiil Lara ve arkadaşlarına hizmet etti Dalya. Havanın yağışlı olabilme ihtimaline karşın oyun hamuru, geçici dövme, yüz boyama gibi faaliyetler hazırlamıştık parti öncesinde. Hava, tam tersi, güneşli bir bahar günü oldu ama Dalya yine de 22 çocukla teker teker ilgilendi. Onlara geçici korsan ve unicorn dövmesi yaptı, yüzlerini boyadı, oyun hamuru yaptı. Kardeşinin heyecanını ve neşesini paylaştı, aktif bir rol aldı ve dahası çok eğlendi. O gün Dalya'nın artık tam bir büyük kardeş olduğunu anladım ve onunla gurur duydum. İyi ki doğdun Lara ve iyi ki büyüdün de Lara'nın tatlı ablası oldun Dalya!!!

3 Mayıs 2018 Perşembe

10 Yılda Neler Değişti İngiltere'de ve Bizde?


Bir bahar gününde ayrıldık İstanbul'dan. Doğma büyüme oralı olmasakta herkesi bağrına bastığı gibi bizi de bağrına basmıştı o. Kültür çeşitliliği, rengi, karmaşası ile memleket İstanbul olmuştu bizim için de. Ailemizi, arkadaşlarımızı, işimizi ve kurulu düzenimizi, bırakarak yeni bir maceraya doğru yola çıktık, bir zaman önce, geçen hafta bu günlerde. Dünkü gibi kah kapkara kararıp şakır şakır yağan, kah ışıl ışıl güneşli olan günlerden değildi; genelde olduğu gibi gri ve karanlık bir Nisan günüydü Londra'da. Kucağımda 14 aylık kızım, yanımda eşim kalktık geldik buralara.

Geçen hafta 10 yıl oldu. İki yıl diye geldik ama ikinci memleket oldu burası bize. 10 yıldır aynı mahallede yaşıyoruz Londra'da. İkinci evimizdeyiz ama uzaklaşmadık ilk geldiğimiz noktadan; aynı bakkaldan süt alıyoruz, aynı otobüs durağında iniyoruz hala. Herşey hep aynı gibi görünse de uzaktan, burada da değişiyor bir şeyler, daha yavaş da olsa.  10 yıl bunu görmek için yeterli bir süre. Sizlerle paylaşmak isterim bunları, neler değişti bizde ve buralarda 10 yılda.
İngiltere'nin havası:  İlk geldiğimiz senelerde havanın sürekli yağması, kapalı ve soğuk olması beni çok üzüyordu. Gerçi o yıllarda kışlar karlı,  yazlar da gerçekten serin oluyordu. Oysa son yıllarda kar neredeyse yok oldu (bu yıl dışında) ve yazları da gerçekten yaza yaraşır günler yaşıyoruz. Değişim var iklimde ama bu küresel ısınma kaynaklı olsa gerek çünkü havalar tüm dünyada dengesini yitirmiş gibi. Aslında asıl değişen biz olduk; biraz İngilizleştik galiba.  İngiltere'nin havası artık bizi mutsuz edemiyor çünkü minicik bir güneşle mutlu olmayı öğrendik. Güneş açınca tüm işleri bırakıp güneşlenmeye koşuyoruz ve anladık ki güneş çıktığında İngiltere'den güzel ve keyifli bir yer yok.  
Bebeğimiz büyüdü: Buraya bebek olarak gelen kızımız büyüdü, 11 yaşında artık. Büyük aileli, yardımcılı, bakıcılı hayatımızdan çıkıp, benimle göz göze diz dize geçirdiği bir hayata transfer oldu. Eylül ayında ortaokula başlıyor.  
Kızımıza kardeş geldi: Hayatımıza ikinci kızımız girdi, çok yakında 4 yaşında olacak ve Eylül'de okula başlıyor. İki kız kardeş her geçen gün birbirlerinin değişen hallerine uyum sağlamaya çalışıyorlar, biz de onlara. 
Richmond bir Türk mahallesi oldu: 10 yıl önce sadece bir iki Türk tanıyordum Richmond'da. Diğer görüştüğüm Türkler Londra'nın farklı bölgelerinde yaşıyorlardı. Oysa şimdi Richmond'da her ortamda buraya yeni yerleşen  bir Türk aileyle tanışmak mümkün.
Kızımız okulundaki tek Türk çocuktu. Şimdi 20'ye aşkın Türk çocuk var okulda. Eskiden çok üzülürdüm onun ana dilini bizden başka kimseyle konuşamadığına, şimdi Türkçe konuşabildiği her yaş grubundan bir sürü arkadaşı var. Bu çok mutluluk verici. Aynı şekilde bizim için de öyle; evimizin sokağında bile Türk komşularımız var. Mantılar, börekler, reçeller elden ele dolaşıyor, memleketin güzel dostlukları, kokuları paylaşılarak büyüyor.

Bunlar hep güzel gelişmeler, değişimler ama başka şeyler de değişti burada 10 yılda. Çok olumlu olmasa da; burada yer vermek istiyorum.
Brexit: Yabancılara kucak açan, kültür çeşitliliği ve zenginliğinden beslenen bir ülke olarak bilindi Britanya Adası. Kendi içinde bile İskoç, Galler, İngiliz farklılıklarını özümsemiş parlamentolarına taşımış, demokrasi geleneği oturmuş bir ülke. Yabancılara da aynı bakış açısıyla yaklaşımı burayı hep cazip kıldı tüm dünyaya. Bu nedenle hiç yabancılık hissi yaşamadım burada ilk yıllarımda. Ailemi, arkadaşlarımı, işimi, ülkemin havasını özledim; yalnızlık çektim ama her defasında bu ülkenin sistematik olarak farklıları hazmetme ve ondan beslenme güdüsüne şahit oldum ve bunu hayranlıkla izledim -ta ki 23 Haziran 2016'ya kadar.
                                       
Dünya değişti 10 yılda burası değişmez mi? Kimsenin aklına hayaline gelmeyecek olan Brexit çılgınlığı yaşandı bu değişim dalgasıyla. Öncesinde usul usul kokusu gelmeye başlamıştı aslında. Yaşlı insanların gözlerinde tahammülsüz bakışı görmeye başlamıştım ben. Bir keresinde, referandum öncesinde, dışarıda o olumsuz havayı koklayıp da  eve gelip  "Brexit, evet çıkacak" dediğimi hatırlarım eşime.

Birden değişti ülkenin siyasi iklimi.  Evet her zaman çekingen bir yaklaşımı vardı Birtanya'nın Avrupa Birliği'ne. Hep ayrı bir statü hem ayrı bir koşul vardı ilişkiyi düzenleyen ama ayrılma noktasına gelineceğini sanırım kimse düşünemezdi. Ve geldi çattı Brexit. Britanya vatandaşı olmamanın belirsizlik çıkardığı, Avrupa Birliği vatandaşı olmanın ikinci sınıf vatandaşlık hissi yarattığı bir döneme girdi ülke. Bir bilinmezlik sardı devletin tüm organlarını ve doğal olarak ülkenin insanlarını.

Bu süreçte daha ilginç olanı ise hiç ummadığımız insanların Brexit lehine oy verdiğini öğrenmekti. Doğma büyüme Britanya vatandaşı olmayıp kendisi de buraya göçmen olarak gelip yerleşen ama kendinden sonra gelen insanları burada istemeyen bakış açısı şaşırtıcı oldu bizim için.

Artık biraz da olsa aralandı o kaos, kabullenildi "yeni Britanya". Şimdi hepimiz uyum sağlamaya çalışıyoruz yeni gelişmelere ve gelecek olanlara.
Sağlık sistemi-NHS: Grip ve soğuk algınlıklarında son çare olarak antibiyotikle tedavi Türkiye'den buraya yerleşen herkes için bir şok etkisi yaratıyor. Türkiye'deki özel hastanelerde hemen antibiyotik alabilmenin veya ultrason çektirebilmenin iyi bir tedavi yöntemi olduğu düşünen bir sistemden çıkıp buraya uyum sağlamak kolay değil gerçekten. Biz de aynı süreçten geçtik. Kızımız ateşten çok çekti. İlk yıllarda bu sistemin ilkel bulduğum bir sürü tedavi yöntemini tüketmek durumunda kaldık ama 10 yılın sonunda baktığımda takdir ettiğim çok yönü olduğunu görüyorum.
Biz devlet sağlık hizmetinden çok fayda gördük bu ülkede. Hepimiz en az bir kere acil durumda ambülansla hastaneye kaldırılıp birinci sınıf hizmet aldık devlet hastanesi şartlarında. O yüzden devlet sağlık sisteminin çok iyi olduğunu söyleyebilirim. Ancak 10 yıl içinde pek çok şey değişti. Özellikle Brexit sonrası eskiden ücretsiz alınan pek çok ilaç ücretli oldu. Hastanelerde doktor sayısı azaldı. Bekleme süreleri, hastanede yer bulmak, ameliyat tarihleri vs hepsinde gecikme oluşmaya başladı. Bunun yansımaları da olumsuz sonuçlar doğurdu tabi ki.  Independent'da belirtildiğine göre 2018'ın ilk 7 ayında diğer senelerde aynı dönemdeki ölüm sayısından 10.000 daha fazla insan ölmüş Britanya'da. Bu konuda devlet yetkililerinden çok net bir açıklama olmasa da sağlık ve sosyal yardım sisteminin mali desteğinde kısıtlamaya gidilmesinin bunun en büyük nedenlerinden biri olduğu düşünülüyor. 
Evsizlerin Durumu: Evsiz sayısında artış var. 10 yıl once Richmond'da sokakta yaşayan insan görmek mümkün değildi. Oysa bugün her geçen gün, ayrı noktalarda, birbirinden farklı, evsiz, sokaklarda uyuyan insan görüyorum. Bu durum bir tesadüf değil, tüm İngiltere'de bu anlamda bir artış var. Guardian gazetesinin haberine gore son 7 yılda her sene artmış bu rakam. Ayrıca hala gerçek sayının bilinmediği düşünülüyor. Evsizlerin en çok olduğu Londra'da bu rakam 2016-2017 aralığında 18% artmış. Bunun en büyük nedeni olarakta son yıllarda sağlık ve sosyal yardım kuruluşlarına ayrılan bütçenin daralması olarak görülüyor.

Gerek NHS gerek evsizlerin durumu Brexit ile daha da kötüleyecek bu bir gerçek. Devlet okullarında da imkanlar çok kısıtlı artık. Okul Aile Birlikleri ne şekilde ne tür aktiviteler yapsak da ailelerden fon yaratsak derdindeler. Okulların kütüphaneleri bu paralarla yenileniyor, çatılar bu paralarla onarılıyor vs. Brexit sonrası hiçbir devlet kurumunda işler eskisi gibi olmayacak orası kesin.
Çok mu karamsar oldum? Bir de Türkiye'yle paralel bir gözlemim var buraya ilişkin onu da söylemek istiyorum. 10 yıldır burada yaşıyor olmak gerçekten insanı "biraz" buralı yapıyormuş, çünkü eskiden gözüme batmayan bir sürü şey de batıyor artık. Bugün belediye meclis seçimleri var İngiltere'de. Aylardır bekleyen tüm yol yapım çalışmaları şu son 1 ay içinde yapıldı ve yapılıyor nedense. Türkiye'de yaşadığım süre içinde hep bitmeyen yol çalışmaları vardı, özellikle seçimler öncesinde hız kazanırlardı. İnanın burada da durum aynı, her taraf bir şantiye adeta. Seçmenler de hiç anlamıyor olan biteni sanki... Komik demek istiyorum ama değil biliyorum.
Özetlemek gerekirse; bu 10 yılda bizim ailemiz büyüdü, iki memleket sahibi olduk ve de biraz İngilizleştik. Bu arada dünya da durmadı yerinde, hem gerçek iklim hem siyasi iklim değişti. Yaşadığımız yer daha bir Türkleşti belki ama ülke daha az yabancı sever, daha az farklılıkları kucaklar oldu. Yeni Richmond'ı daha çok sevdiysem de,  eski Britanya'nın o öğretici, kucaklayıcı tavrını daha çok özlüyorum sanırım. Bu belirsiz, bilinmez, kafası karışık hali bir toz bulutu gibi yok olur umarım, sonra da salınarak diğer kafası karışık iklimlere ulaşır ve onları da dağıtır.
Nice 10 yıllara o zaman! Hayatımızda olan ve olacak yeni güzel insanlara, ılımlı iklimlere, barış dolu mutlu ve umutlu geleceğe!

5 Şubat 2018 Pazartesi

Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler

 
Büyük kızım Dalya birkaç aydır çok yoğundu, biz de onunla birlikte. İngiltere'de sınavla öğrenci alan bir ortaokul tercih edildiğinde, ilkokul son sınıfta o okulun sınavlarına girmek gerekiyor. Biz de bu yolu tercih ettik, bazı okulların sınavlarına hazırlandı Dalya. Bu dönemde hem o hem de biz çok sevdiğimiz pek çok şeyi yapamadık. Dalya kitaplarını yeterince okuyamadı mesela. Sınavlar 10 gün once bitti ve ben yine eskisi gibi onu kitap okurken görmeye başladım.
 
Geçen gün onu okuldan aldığımda elinde bir kitap vardı, kütüphaneden yeni almıştı ve bana göstermek için çok istekliydi. Bir baktım ki kitap "Good Night Stories For Rebel Girls" (Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler). Benim incelemek ve belki de almak için uzun süredir listemde olan bir kitap. Ben de hevesli bir şekilde okumaya giriştim onunla ve de oldukça ilgimi çekti.  
 
Dünyanın dört bir yanından  başarılarıyla bir şekilde isimlerini duyurmayı başarmış 100  kadının hikayesinin toplandığı Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler kitabı çok ilham verici bir hitap şekliyle başlıyor:
 

"Dünyanın tüm asi kızlarına:
 
 Daha fazlasını hayal et
 Daha fazlasını iste
 Daha çok mücadele et
 Ve kuşku duyduğun zamanlarda
 Unutma:
 Sen haklısın. "
 



Kadın olduğu için tarihten silinmeye çalışılan firavun Hatshepshut'dan, modacı Coco Chanel'e, 1.Elizabeth'den Evita Peron'a, Florance Nightangale'den Frida Kahlo'ya, Jane Austen'dan Maria Callas'a, Maria Montessori'den Marie Curie'ye, Marry Anning'den  Rosa Parks'a, Nina Simone'a, Virginia Woolf'a, Yoko Ono'ya, Zaha Hadid'e varan bir çeşitlilikle  kendine dayatılan düzene başkaldırmış; farklı, yeni bir yol seçmiş kadınların "asi" hikayelerini anlatıyor bu kitap.  Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler'de  her kadına ait iki sayfa bir alıntı, ilüstrasyon ve  tarihte ne şekilde yer aldıklarını anlatan kısa bir yazı yer alıyor.

Kitabın bir önemli özelliği de kitlesel fonlamayla hayata geçmiş olması. Açılan kampanyaya 70'den fazla  ülkeden 472 kişi bağışta bulunmuş ve bağışçıların ismine kitabın sonunda yer verilmiş. Kampanyayla 40 bin dolar toplamak hedeflenmiş ancak  toplanan tutar 1 milyon pound'u aşmış. Kitapta yer alan illüstrasyonlar da 22 ülkeden 60 kadın sanatçı tarafından çizilmiş. Yani her anlamda tam bir kollektif çalışma ürünü.















Tüm kadınları okuma şansım olmadı henüz ama ilk anda ilgimi çekenleri bir çırpıda okudum ve beni mutlu etti. 11 yaşındaki bir kız çocuğunun da ilgisini çektiğini ve zevkle okuduğunu görüyorum. Türkçe çevirisini bilmiyorum ama İngilizce dili çok sade, anlaşılır aynı zamanda da 11 yaş çocuğunu da tatmin edebilecek bir seviyede. Ben sadece bu kitabın 7-8 yaş öncesi çocuklarına çok bir şey ifade etmeyebileceğini düşünüyorum. Her çocuğun ilgi, bilgi ve yeteneği farklı pek tabi ki, daha küçük olup ilgilenen çocuklar da olacaktır mutlaka ama genel olarak dünyada olup bitenden daha haberdar olunan yaşlardaki çocukların daha keyifle okuyacaklarına inanıyorum.

Bu kitapta yer almayan ancak düzene baş kaldıran, kendine dayatılan yoldan gitmeyen,  içindeki sesi dinleyerek bir dizi başarıya imza atmış olan daha bir sürü başka kadın olduğunu, ayrıca kitapta yer alan bazı kadınların orada bulunmayı hak etmediğini düşünenler olacaktır. Ancak önceki yazımda gördüğümüz üzere, çocuklarımıza sunulan cinsiyetci kitapların bu kadar ağırlıkta olduğu rakamlarla saptanmışken, bu tür kitapların desteklenmesi ve daha çok olması gerektiğini düşünüyorum.

Yazımı Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler'in fikir sahibi ve yazarları olan Eleana Favilli ve Francesca Cavallo'nun beraber kaleme aldıkları önsözünden bir alıntıyla bitirmek istiyorum:

"Kızların önlerindeki engelleri anlamaları önemli. Ancak bu engellerin aşılabileceğini bilmeleri de bir o kadar önemli. Yalnızca bunların üstesinden gelebilecekleri bir yol bulmakla kalmayacak, aynı zamanda arkalarından gelenler için de bu engelleri kaldıracaklar, tıpkı buradaki kadınların yaptığı gibi."

Bu arada kitabın son sayfasında kitabın sahibine bir sürpriz var. Onu okuyanın hikayesi ve resmi için iki boş sayfa: henüz oluşmakta olan nice küçük kadının hikayelerinin doğmasını bekliyor.
 
 



 

29 Ocak 2018 Pazartesi

Canavarlar Hep Erkek mi Olmalı?



Image result for gruffalo


Ekim ayından beri dünya Harvey Weinstein'ın cinsel taciz ve saldırı  iddialarıyla çalkalanıyor. Sinema dünyasının bir numaralı ismi,  ödüllere doymayan filmlerin yapımcısı, Akademi ödülleri sağlam üyesi ve Steven Spielberg, Merly Streep, Quantin Tarantino gibi sinema dünyasında pek çok önemli ismin can dostu Harvey Weinstein saldırı ve taciz  (ve -inkar etse de- tecavüz) iddialarından dolayı kendi yapım şirketinden atıldı; Oscar Akademi üyeliğinden çıkarıldı; eşi tarafından terkedildi ve daha önceleri onun destek olduğu politikacılar (örn. Hillary Clinton) onunla tüm bağlantılarını kestiğini açıkladı.

Bu iddilar Weinstein'i aşıp sonrasında aynı sektörde benzer türde ünü olan başka isimleri de etkiledi. "Weinstein etkisi" olarak anılan bu durum pek çok ünlü ismi koltuğundan etti ve de daha edeceğe benziyor. Ardından gelen #Metoo (ben de) kampanyası suistimale uğramış pek çok kişinin sırlarını açığa çıkarmayı amaçlıyor ve de katılımcılar çığ gibi büyüyor.​

Tüm bunlar yepyeni bir sayfa açıyor 2018 gündeminde. Yıllardır süregelen, alışılagelmiş, kabul görmüş güçlü, saldırgan, başarılı erkek (her zaman bu üçü bir arada değil tabii ki) egemen gücü sorgulayan ve dur demek isteyen bir bakış açısı görülüyor dünyada. Kuşkusuz Amerikan başkanı Trump'ın hayli maço tavırları da bu tepkileri tetikledi. 
Neyse, gelelim benim asıl yazı konuma. İngiltere'nin saygın gazetesi "The Guardian"ın Pazar günleri çıkan eki "The Observer"ın yaptığı bir araştırmaya gore resimli çocuk kitaplarında erkek karakterlere kadın karakterlerin iki katı oranında daha fazla başrol ve konuşma bölümü veriliyor. The Observer bu araştırmasıyla çocuk kitaplarındaki alelade cinsiyetciliği ışığa çıkarmış oluyor.
Gazetenin araştırma firması olan Nielsen'in 2017'nin en çok satan 100 resimli çocuk kitabını inceleyerek yaptığı araştırma, söz konusu kitaplarda basmakalıp erkek rolleri taşıyan erkek karakterlerine kadın karakterlere göre daha fazla yer verilirken, 1/5'inde kadın karakterin hiç yer almadığını ortaya çıkarıyor.
Araştırma sonucunda içinde "The Gruffalo", "Guess How Much I love You" ve "Dear Zoo" gibi kitapların yer aldığı 2017 en iyi satan kitaplarınin ortak özellikleri şu şekilde: 
  • Kitapta hayvan kahraman varsa ve cinsiyeti belirtilmişse %73'ününün erkek olduğu görülüyor.  Hayvan karakterler arasında daha güçlü, vahşi ve potansiyel olarak daha tehlikeli olanların (ejderha, ayı ve kaplan gibi) erkek; daha küçük ve korunmasız hayvanların (kuş, kedi, sinek, böcek gibi) ise kadın olduğu görülmektedir.
  • Ana karakterlerin %50'sinin erkek olduğu; erkek kötü kahramanların ise kadın kötü kahramanlardan 8 kat daha fazla olduğu görülmüştür. ​
  • Kitaplarda konuşma bölümü olan karakterlerin erkek olma oranı kadınlara göre %50 veya daha fazla olduğu görülmüştür. Örneğin 2015 yılında yayınlanan "Mr. Men in London" kitabında 13 karakter erkek,  3 karakter kadındır.


Söz konusu araştırmanın yer aldığı makalede  konuyla ilgili görüşü alınan "Charlie ve Lola" resimli çocuk kitapları serisinin yazarı Lauren Child araştırma sonucunun kendisini şaşırtmadığını, TV ve filmlerde de aynı durumu gördüğümüzü ve bunun toplumun kadın ve erkekleri nasıl gördüğüne ilişkin bir mesaj verdiğini dile getirmiştir. Child'a göre eğer kitaplarda ve filmlerde erkekler başrolü, kızlar yardımcı rolleri alıyorsa, bu durum dünyanın nasıl olduğunu ve nasıl olması gerektiğini onaylar şekildedir. Böyle bir ortamda kadın ile erkeğin eşit olduğunu düşünmek gerçekten zordur. 

Aynı makalede bilinen bir sürü güçlü kadın karakterli çocuk kitabı da olduğu ifade edilirken, bu tür kitapların en iyi satanlar listesine giremediği çünkü anne ve babaların çocuklarına kendi çocukluklarından bildikleri, güvendikleri kitapları almayı tercih ettikleri belirtiliyor.  Gerçekten son beş yılın en iyi satan kitaplarına bakıldığında neredeyse %20'sinde kadın karakter yer almadığı görülüyor.
  • Kitaplara şefkat içeren karakterlerin  kadınlara ait  olduğu ve kadın öğretmen karakterlerin erkeklerin iki katı oranında olduğu görülüyor. Babaların iki katı kadar anne kahraman var. Babalar anne varsa var, yoksa yok. Görülen o ki kitaplarda erkekler şefkat ve ilgi alanında hiç görülmüyor,  dolayısıyla çocuklara da böyle bir dünya yansıtılıyor. 

İngiltere'de yayınlanan ve en iyi satan 100 resimli çocuk kitabına dayanılarak yapılan bir araştırmanın sonucu bu. Erkekler güçlü, vahşi, saldırgan; kadınlar güçsüz, korunmaya muhtaç ve şefkatli. Pek tabii ki tüm kitaplar en iyi satanlar listesine giremiyor, dağılımın, oranların, rollerin bu şekilde olmadığı bir sürü kitap, film ve aile var ama en çok okunan, izlenen, en çok görünen durum bu.

Yukarıdaki bilgilere dayanarak sizce bugünün çocukları arasından yeni Harvey Weinstein'lar çıkma şansı yüzde kaç? Yorumu size bırakıyorum.


Kaynak:

"Must Monsters always be male? Huge gender bias revealed in children books", The Observer, 21/01/2018